24 Temmuz 2008 Perşembe

Şebnem Ferah ‘bu sefer’ çok iyi olmuş

Şebnem Ferah ‘bu sefer’ çok iyi olmuş
yigit.karaahmet@aksam.com.tr



Şebnem Ferah’ın yapığı müzikten pek hoşlanmadığımı çeşitli laf geçirişlerle defalarca ifade etmiştim. Ama bu hanımefendinin ekibi çok kibar insanlardan oluşur. Her karşılaştığımızda hiç bu konuyu açmayıp, muhabbete devam ederler. En son olarak da Şebnem Ferah’ın yeni çıkan 10 Mart 2007 İstanbul konserinin DVD’sini göndermişler. Ve yaptıkları işe o kadar güveniyorlar ki arayıp “Bu sefer bir izle. Merak ettik, nasıl bulacaksın” dediler. Gayet cesurca. O yüzden merak ettim ve Şebnem Ferah’a İstanbul Senfoni Orkestrası’nın eşlik ettiği bu konseri izledim.

Bir şeye gereksiz laf sokmayacaksın. Bir işte iyiyse iyidir. Ve bu konser DVD’si de iyi. Tamam, kusur arasak bulamaz mıyız? Bir iki ufak tefek şey vardır. Ama özünde gerçekten olmuş.

Bir kere en önemli şey sahnede yer alan, herkes dersine çok iyi çalışmış. Şöyle ki memleket sanatçılarımız senfoni orkestralarıyla buluşup lüzumsuz konserler vermekten pek hoşlanır. Bir şey var zanneder gidersiniz bu konserlere hiç kimse prova yapmamıştır, şarkıcı ayrı söyle, keman ayrı çalar, davul diğer taraftan öter. Biraz özen gösterip çalışanlarda en fazla üç şarkıda birbirlerine tahammül edebilirler. Sonraki 17 şarkıda senfoni orkestrasının sadece görüntüsü vardır, tüm müzik şarkıcının kemanından, darbukasından, düdüğünden gelmektedir.

Senfoni orkestrası bu durumda sadece vi- yolonsel çalan entel kadın dekoru olur.

Ama Şebnem Ferah’ın konserinde tüm orkestra üyeleri çok uyumlu. Ayrıca Şebnem’in kendi grubu işin şov kısmını da ele almış. Ağzına kadar dolu olan Bostancı Gösteri Merkezi’ni 23 şarkı boyunca susturmadan eşlik ettiriyorlar. Ayrıca yönetmen Hakan Utangaç’ı da tebrik etmek lazım. Kameralar o coşkuyu birebir hissettirmeye başlıyor.

Konserde iyi olan başka bir unsur da seyirciler. Abicim; para versen insanları bu kadar bağırtamazsın. Bunlar bir de üstüne para vererek gittiler bu konsere. Ve bir saniye susmuyorlar. Gençler tabii, kanları kaynıyor. En son bir Beatles konserinde bu kadar eğlenmiş gibi hissediyorum kendimi! (Bkz: Yaşlılık depresyonu)

Uzun lafın kısası, Şebnem Ferah’ın konser DVD’si çok başarılı. Hiçbir masraftan kaçınılmamış, fotoğraflarıyla, görüntüleriyle, aralarda verdikleri küçük oyunlarla yurtdışından ağzımızın suyu aka aka getirttiğimiz DVD’len hiç farkı yok (Ne yani Madonna bilmem kaç milyon dolar harcayınca oluyor. O paranın belki onda biri fiyatını harcayarak bu yapılınca olmuyor. Bu bütçeye yapılabilecek en incelikli işi çıkarmışlar).

O yüzden sevmeseniz de, beğenmeseniz de bu DVD’yi alın. En azından ülkemizde de arada bir uyduruk olmayan işler yapılabildiğini görüp sevinirsiniz. Kanınız kaynar, iyi gelir.

yüxexes dergisi-Şebnem Ferah Kontrol Kulesi'nde


ŞEBNEM FERAH, TÜM ÇIPLAKLIĞIYLA
"Aşk, yani birini gerçek anlamda sevmek, tüm hatalarıyla, yanlışlarıyla, kusurlarıyla sevmek demektir. Bir insanı tüm kusurlarıyla sevmekse, insanın kendisini sevmesinden daha zordur. İnsan sevgilisini, kendisini sevdiği gibi sevmeli…" Deniz Durukan, sanatçının "Kadın"dan bu yana albümlerden oluşturup üzerine giydiği elbiselerini çıkartıyor. İşte karşınızda tüm çıplaklığıyla Şebnem Ferah...

alıntıdır.

21 Temmuz 2008 Pazartesi

ŞEBNEM FERAH'IN ALBÜMLERİ


Kadın (1996)
TEŞEKKÜRLER

Hayatım boyunca her konuda beni destekleyen anneme, babama, tüm aileme, Özellikle Canan ve Mustafa Gafuroğluna, Volvox'ta birlikte çaldığım ve dostluğun en güzelini yaşadığım Özlem, Buket, Duygu, Arzu, Ebru ve albüm sırasında hep yanımda olan Gül'e, Sedat Abi'ye, Münevver Altınbulak'a, Hakan'a, Murat'a, Teoman'a, Keçe'ye, Metin'e, Alp'e, Sertab Erener'e, Arzu Özbakış'a, Umur-Aliye Turgay'a, Gamze'ye, Filiz Türkmen'e, Yaprak Özdemiroğlu'na, Hale'ye, Kemancı ve Sis Bara, Albümde yer alan müzisyen arkadaşlarımın dışında, Bugüne kadar birlikte çaldığım ve bana destek olan tüm müzisyenlere, Albümü merak eden herkese, Dinlediğim ve hergün yeni birşey öğrendiğim bütün dev sanatçılara

Sonsuz Teşekkürler

Ayrıca,

Bu albüm için bana güvenen Sezen Aksu, Onno Tunç, yardımları için Bektaş Türk, Zehra Eti ve karma müzikteki herkese, titizliği, çalışkanlığı ve yaptığı herşey için Çağlar Türkmen'e, Tüm fikirleri performansı ve zaman ayırdığı için Demir Demirkan'a, Güvenini, sabrını, duygularını ve dostluğunu hiç esirgemeyen, hayatım boyunca birlikte çalışmak isteyeceğim İskender Paydaş'a, Ne olursa olsun hep yanımda hissettiğim, iyi niyetini, arkadaşlığını ve müzikal birikimini bütün enerjisiyle albüme yansıtan Tarkan Gözübüyük'e

Çok Teşekkür ederim. Sizlerle çalışmak hayatımın en güzel ve en öğretici tecrübesiydi. Hepinizi çok seviyorum.

Bu albümü canım annem ve babama ithaf ediyorum.

Şebnem Ferah

ŞARKILARI

Vazgeçtim Dünyadan
Deli Kızım Uyan
İyi Gün Dostlarım
Bu Aşk Fazla Sana
Bırak Kadının Olayım
Fırtına
Yağmurlar
Yeniden Doğup Gelsem
Durma
Buradan Göçerken

------------

Artık Kısa Cümleler Kuruyorum (1999)

TEŞEKKÜRLER;

Aslında 'artık kısa cümleler kuruyorum' adlı parçayı yazarken amacım hayatıma her ne şekilde olursa olsun giren herkese teşekkür edebilmekti. Hem tanıdığım, çok sevdiğim dostlarıma ve aileme hem de müzik yapmaya başladığım günden beri beni dinleyen, yanımda olan, isimlerini bilmediğim ama yüreğimde hissettiğim; bazen konserlerde, bazen sokaklarda biraraya geldiğim ama en önemlisi müzik arşivlerinde yer aldığım yolculuk arkadaşlarıma...

Bilmenizi isterim ki sizlerle birlikte olabildiğim her an benim için hayatın en büyük armağanlarından... Bu parçayı kaydederken herhangi bir düzenleme yapmaktan kaçındım. Yalnızca bir gitar eşliğinde söyledim çünkü gitarımı alıp, evinize gelip birlikte şarkı söylemiş olmayı hissedelim istedim. Sadece bu albümde değil albümdeki tüm parçalarda kalbimi sonuna kadar açmakta hiç tereddüt etmedim çünkü sizler benim arkadaşım oldunuz. Yakınlarınızda olduğumda kendimi çok huzurlu hissediyorum. Hayatımın en güzel parçası olduğunuz için hepinize çok teşekkür ederim.

Ayrıca,

Annecim, babacım; beni bu kadar büyük bir sevgi ve güven duygusulya büyüttüğünüz için

Canım ablam Canan Gafuroğlu, Mustafacım ve benim küçük can'ım... Her koşulda yanımda olduğunuz ve söylediğiniz tüm güç verici cümleler için

Arkadaşlarım Gül, Buket, Kutsal, Ozan, Aykan, Metin, Serdar, Türkay, Arzu Özbakış, Ertan Altun, Teoman, Sertab Erener, Sedat Abi, Zeki Abi, Alpim, Mustafa Abi, Deniz, Burak, Murat Tümer, Janset, Ogün, Yaprak, Sinem, Hakan, Hale ve Zehra Eti; dostluğunuz, sevginiz ve hayatıma kattığınız herşey için

Muratçım; bu albümde yanımda olduğun ve kayıt yapmayı bu kadar eğlenceli kıldığın için
Hakan Kurşun ve Ayhan; ilk kez çalışmamıza rağmen gösterdiğiniz iyi niyet ve profesyonelliğiniz için
Raks, Karma ve Universal Müzikte çalışan herkes özellikle Arzu Birtekcan, Züleyha, Funda, Bektaş Bey, Neşe Hanım ve Şevket Gözalan; bana çok güvenip her konuda özgür bıraktığınız için
Ben konuşmadan yüzümden herşeyi anlayan şahane patronum Sezen Aksu; aklıma gelen herşeyi kaydedebilmem için sağladığın stüdyo imkanları ve arkadaşlığın için

Çağlarcım son aşamasında da olsa bu çalışmaya katılıp beni yalnız bırakmadığın için

Demircim, Tarkancım ve İskendercim; kalbimdeki ve beynimdeki müziği hayata geçirirken yanımda olduğunuz, birikimleriniz, enerjiniz, sohbetleriniz ve tarif etmekte zorlandığım ama aramızda olduğunu hissettiğim gönül bağını bana armağan ettiğiniz için hepinize çoook teşekkür ederim. Hepinizi çok seviyorum.

Bana müzik aşkını ilk kez hissettiren ve adeta öğreten canım ablam Aycan Ferah'ın anısına... O güzel sesinle şarkı söyleyişin kulaklarımdan asla gitmiyor...

Şebnem Ferah

ŞARKILARI

Oyunlar
Ay
Bugün
Kalbim
Herkes Bilsin İstedim
Oyunun Sonu
Üvey
Nefessiz Kaldım
Yorgun
Artık Kısa Cümleler Kuruyorum

-----------

Perdeler (2001)
TEŞEKKÜRLER;

Üniversal müzikte çalışan herkese, özellikle Züleyha Doğanay, Yiğit Güralp, Timur Çelikyay, Güneş Ramazanoğlu, Bilge Daruga, H.Ferit Giresunlu, Umut Deniz, Murat Ersöz, Şengül Özmat, Neşe Demirkat ve Suha Yavuz'a... Her koşulda bana güvendiniz, yanımda oldunuz. Bunlar benim için gerçekten çok kıymetli.

Levent Büyük, Kaya Tanyel, Burak Karaca, Orhan Cebeci'ye ... Albümü kaydederken gösterdiğiniz sıcaklık, özen, herşey için...

Apocalyptica, guys you were excellent! It was really nice to meet you!...

Londra "Metropolis studios" lan Cooper; thanks for everything!

Arif Mardin'e... Söylediğiniz her şey, heyecanınız beni büyüledi ve içime sıcacık yepyeni bir güven duygusu akıttı adeta...

Arkadaşlarım Gül Ağırca, Kutsal, Alper, Ertan Altun... Herzaman sevginizi hissettim

Özkan Uğur, Fuat Güner, Ertan Tekin, Ercan Irmak... Hayranlıkla dinlediğim müzisyenlerin katkılarını hisstmek çok güven verici.

Tarkan Gözübüyük, Demir Demirkan ve İskender Paydaş... Yaptığımız uzun sohbetlerde ve yaptığımız iki albümde sizden okadar çok öğrenmişim ki... Bu albümü yaparken tüm bunlar bana hep yol gösterdi, güç verdi.

Albümlerimi dinlemekle, konserlerime gelmekle yetinmeyip sadece sevgileri doğrultusunda çaba gösteren, internet siteleri açan Didem Mazlum, Volkan Ungan, Ayça Sarıgül, Hakan Sönmezler ve daha pek çok genç arkadaşım... Yaptıklarınızın kıymetini biliyorum.

Buket Doran, Ozan Tügen, Aykan İlkan, Metin Türkcan... Size teşekkür etmenin bir yolunu bulamıyorum. Bu aslında sizin albümünüz. Disiplininiz, çalışkanlığınız, özveriniz, özeniniz, sabrınız ve dostluğunuz, daha doğrusu tüm özellikleriniz sanki hayatımda yepyeni bir sayfa açtı. Her müzisyenin olamayacağı kadar şanslı olduğumun farkındyım. Çaldığınız her notanın keyfini doya doya yaşıyorum. İyiki varsınız, sizi çok seviyorum.

Ailem, Canan ve Mustafa Gafuroğlu... İnsanın yetiştiriliş tarzından memnun olması çok güzel bir duygu, herzaman yanımda olduğunuz için sağolun...

Sahneye çıkmaya başladığım ilk günden beri aynımda olan, albümlerimi dinleyip beni arkadaş olarak kabul eden herkes... Aklımın karışık olduğu zamanlarda beni ençok sizler heyecanlandırıp, aldığım heryeni nefese kocaman bir anlam katıyorsunuz... Arkadaşlığımızın güçlenerek devam etmesi dileğiyle...

Şebnem Ferah


ŞARKILARI
Sigara
Aşk
Sil Baştan
Nereye Kadar
Perdeler
Günaydın Sevgilim
Dünya
Saatim Çalmadan
Korkarak Yaşıyorsan

--------------------------

Kelimeler Yetse (2003)


TEŞEKKÜRLER

Her durumda yanımda olan; varlıklarını hissettiren, müziği hayatıma sokan, elimden tutup mandolin kursuna yazdıran canım anneme ve babama... Canan ve Mustafa Gafuroğlu'na, Can'a, Tan'a... Canım ablam ve dünyanın en iyi eniştesi; sizi çok seviyorum... Doran, Tügen, Türkcan ve Jekan ailelerine... Hasan Ferit Giresunlu, Ela Arslan, Begüm Örnek, Ceyhan Çandır, Nurhan Dülgeroğlu, Özge Ergen, Erdem Topaloğlu'na... Gül Ağırca, Kutsal, Alper, Aylin Aslım, Murat Öktensoy, Yiğit Güralp, Deniz Ergül, Mert, Tamer, Funda Şanlıman, Teoman, Pentagram, Janset, Işıl, Hale, Ömer Faruk Sorak, Umut Deniz, Ertan Altun, Gülay ve Osman!a... Güzel sohbetleriniz, dostlukları ve herşey için Şebnem Sunar Küçük ve Mehmet Küçük'e... Hayatım Boyunca her konuda fikrini almaktan vazgeçmeyeceğim, bana her zaman birşeyler öğreten Tarkan Gözübüyük'e... Albüm Sırasında bizlerle birlikte tüm duygularımızı, heyecanımızı yaşayan; her koşulda bütün iyi niyetiyle çalışabilen, sadece teknik anlamda değil; manevi olarak da herşeyini paylaşan ve katan Murat Bulut'a sonsuz Teşekkürler

BUKET, OZAN, METİN, AYKAN;
Sadece şunları tekrarlamak isterim; sizleri düşündüğümde mutlu oluyorum, sizlerle olduğumda hep gülüyorum, beraber seviniyoruz, beraber üzülüyoruz... Sizinle bir duygumu paylaşmak isterim: Müzisyen olmayı tercih edip zamanın akışına karşı heyecan, saflık ve yaratıcılık barındırmak ve buna yeni beceriler eklemek gerçekten zor ama sizler bunun canlı örneklerisiniz. Albümde ben; kelimelerin izin verebileceği kadarını, sizlerse kelimelerin yetmediği şeyleri... su gibi...

Şarkı sözyemeyi, müzik yapmayı hep çok sevdim. Sürekli yer ve anlam değiştiren koşullara larşı uzun vadeli planlar yapmaya çalışmak (ki müzisyenlik bilerek ya da bilmeyerek bunu gerektirir...) ama değişmeyecek bir şey var:

Müzik; üreten müzisyenlerin DÜNYASI, dinleyiciler de dünyalarının önemli bir parçası. Aradaki ilişki bana her geçen gün değerli geliyor.

Bu yüzden bu albüm, her türlü vasıflarını hayranlıkla sevdiğim müzisyen arkadaşlarımı; BUKET DORAN, OZAN TÜGEN, AYKAN İLKAN, METİN TÜRKCAN ve beni bugüne dek dinlemeye devam eden tüm müzik dinleyicilerine...

Sizi Seviyorum
Şebo :)

ŞARKILARI
İyi Kötü (Dans Pisti)
Babam - Oğlum
Ben Şarkımı Söylerken
Senin Adın Ne
Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler
Çocukken Sahip Olduğum...
Mayın Tarlası
Gözyaşlarımızın Tadı Aynı
Daha İyi Olmaz mıydı?
Her Şey İnsanlar İçin

--------------------------------

Can Kırıkları (2005)


TEŞEKKÜRLER

Tüm Katkılarından Dolayı;
Ferah, Gafuroğlu, Tügen, Doran, Türkcan,
İlkan ve Gözübüyük Aileleri, Pasaj Müzik,
Funda Sanlıman, Fil Yapım, Karin Karakaşlı,
Mine Bulut, Evren Göknar, Pentagram,
Mor ve Ötesi, Athena, Can Şengün,
Cem Köksal, Mert Tünay, Teoman,
Emre Cincinoğlu, Deniz Güngör,
İstanbul Zilleri (Mehmet), Yavuz İmre,
Tanju Arıkan, RMS çalışanları,
Şebnem Sunar Küçük, Mehmet Küçük,
Aylin Aslım, Janset, Işıl, Alp Turaç, Çağlar Türkmen,
Rıdvan, Hale, Keçe, Alptekin, Uğursal, Tamer, Arzu,
Murat, Sanem, Ceren, Emel, Ogün Sanlısoy, Sedef Erken,
Cozy, Rıza, Mehmet, Tuncay, Rıfat, Yiğit, Ela, Erdem, Gül,
Kutsal, Alper Çakır, Umut, Didem-Devrim Mazlum,
Ayça Sarıgül ve dinleyici arkadaşlarımızın oluşturduğu
internet siteleri, ayrıca; bugüne kadar dinleyerek büyüyüp
ilham aldığımız tüm müzisyenler, farklı zamanlarda birlikte
çaldığımız tüm dostlarımız ve müziğimizi paylaştığımız tüm dinleyici arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz.

Şebnem Ferah, Tarkan Gözübüyük, Ozan Tügen, Metin Türkcan, Buket Doran, Aykan İlkan, Murat Bulut.

ŞARKILARI
Okyanus
Can Kırıkları
Bir Kalp Kırıldığında
Delgeç
Geçmişe Yolculuk
Ben Bir Mülteciyim (Güç)
Sana Bilmediğin Bir Şey Söyleyemem
Çakıl Taşları
Zaman Geçip Gidiyor
Hoşçakal



Söyleşi – Şebnem Ferah

Söyleşi – Şebnem Ferah

Düşle : Şebnem Ferah bir marka oldu artık, Türk Rock’ı denildiğinde akla gelen ya da gelmesi gereken ilk isim.. Bu nedenle bir yük alıyor musunuz omuzlarınıza albümlerinizi hazırlarken..?

Şebnem Ferah : Albümlerimi hazırlarken ya da müzikle ilgili herhangi bir aktivitenin içindeyken; dinleyicilerin beklentilerinin yüksek olduğunu bildiğim için bazen omuzlarımda bir yük varmış gibi hissettiğim oluyor. Ama bu kötü ya da taşımak istemediğim türden bir yük değil. Bir Şeyleri iyi yapmak istediğiniz zaman ilgilenmek gereken ayrıntılar nicelik olarak da, nitelik olarak da artıyor, fazlalaşıyor. Ama diğer taraftan ben bundan büyük bir zevk de alıyorum..

Düşle : Albümlerinizin değişkenini ne olarak görüyorsunuz..? Dinleyenler elbette sözlerde, müzik alt yapısında değişiklikler seziyorlar..

Şebnem Ferah : Kendi müziğimi yaptığım ve kendi sözlerimi yazdığım ve prodüktörlüğünü de kendim üstlendiğim için değişiklik yaratan şey “kendimi geliştirmek” olmak durumunda kalıyor.. Müzikal olarak da, şarkıcı olarak da.. Ama bunun yanı sıra birlikte çalıştığım müzisyen arkadaşlarımın etkileri de çok büyüktür. Hepimizden çıkan şeyin ilk önce bizi mutlu etmesi için dürüst ve objektif bir şekilde kendimizi her anlamda geliştirmeye çalışıyoruz. Bunlar da her albüme değişiklikler katıyor.. Ben şuna inanırım : Çalışırsanız ve yetilerinizi aktif tutarsanız, ne yapmak istediğinizi de kafanızda hayal edebiliyorsanız hayat her anlamda kendiniz için de , etrafınız için de, tatmin edici olabilmek yolunda kolaylaşabiliyor..

Düşle : Bu bağlamda Şebnem Ferah’ın kendini tekrarladığı konusu hiç açılmadı bile.. Özünü koruyan, ama hep farklı bir Şebnem Ferah görüyoruz. Yenilenişi söze ve müziğe yansıtırken, özünü koruyarak değişim nasıl gerçekleşiyor..?

Şebnem Ferah : Az önce söylediklerim yine geçerli. Ben kendimi sadece müzikal açıdan değil, insan olarak da geliştirmeye çalışıyorum. Beraber müzik yaptığım arkadaşlarım da öyle. Bu da yaptığımız şeye yansıyor sanırım. Bu arada elbette stüdyoya kapandığımız zaman bir sürü detay için kafa patlatıyoruz müzikal olarak, ama işin özü bence kişisel gelişim. Buna hayatta değer verdiğimiz zaman sanki her şey kendiliğinden akması gerektiği gibi akar gibi geliyor bana..

Düşle : Genel olarak Türkiye’de yapılan müziğin ifade ettiği şey ne sizin için..?

Şebnem Ferah : Hiçbir tür genellemelerde bulunmuyorum. Çok değerli , özenli, işini iyi yapan şarkıcılar var Türkiye’de. Onların kişisel başarılarını ve yeteneklerini büyük bir kalabalık içinde değerlendirmeye çalışmak gereksiz.. Çünkü dünyanın her yerinde, en gelişmiş ülkelerinde bilemüzik sektörü bütün uçları, iyileri, kötüleri, kısa vadeli başarıları, uzun vadeli başarıları.. hepsini bünyesinde barındırıyor.. Ben bu kalabalıkla değil, işini yıllardır büyük bir özen ve incelikle yapan müzisyen büyüklerimi öncelikli olarak algılamayı, becerebilirsem de onların tecrübelerinden kendime pay çıkarmayı seviyorum. Bunun dışında ülkemizde üretilen her şeyi takip ettiğimi pek söyleyemem zaten..

Düşle : Peki, Türkiye’de rock adına yapılanları ne denli başarılı görüyorsunuz..?

Şebnem Ferah : Ülkemizde rock müzik yapmak, müzisyen olarak hayatınızı bu yolla kazanmak inanın çok kolay bir şey değil.. Bu yüzden saygı duyuyorum bütün arkadaşlarıma.

Düşle : Sizin yaptıklarınız müzikal açıdan yabancı, sözler açısından tanıdık. MTV’nin karmasında her şarkıyı alanlar da sizin müziğinizi dinliyor, tabanda bulunan her türlü rock-alternatif-yer altı dinleyicisi de.. sizce bunun sebebi ne..?

Şebnem Ferah : Bunu hiç oturup düşünmedim. Ama yaptığım şeyi düzgün yapmaya çalışıyorum.. Ben de müzisyen arkadaşlarım da her şeyden önce güzel müzik yapmaya çalışıyoruz.. Yazdığım sözlere gelince; ben kafamı yastığa koyunca aklıma gelen, kafamı karıştıran şeyleri yazmayı seviyorum ve yazarken de içimden geldiği gibi yazıyorum. Galiba insanların kafalarını yastığa koyduklarında düşündükleri şeyler birbirinden çok farklı değil, hepimiz yaşayıp gidiyoruz sonuçta. Bunların toplamı da benim birilerine ulaşmamı sağlıyor sanırım. Ama inanın bunlar benim de şimdi düşünürken saptadığım şeyler. Önceden bir şeyler kurgulayıp belirli bir yerlere ulaşmanın işin bütün büyüsünü, samimiyetini yok ettiğini düşünüyorum çünkü..
Düşle : Sınıflandırmak pek hoş değil, ama siz dinleyicilerinizi nasıl görüyorsunuz peki; popülist mi, fanatik mi, rock dinleyicisi mi..?

Şebnem Ferah : Evet sınıflandırmak pek hoş değil. Benim şimdiye kadar gözlemlediğim seçici oldukları. Yani kendi kriterlerine uygun ve özenli olduğuna inandıkları şeyleri seviyorlar. Ama bunun ötesinde bir şey söyleyemem. Zaten bu söylediklerim de daha çok hissettiğim şeyler. Somut verilerim yok.

Düşle : Sadece vokalden ve sözden öte sağlam bir müzikal altyapı var arka planda.. Müzik yaratısının odağı siz misiniz..?

Şebnem Ferah : Söylediğim gibi albümlerimin prodüktörlüğünü kendim yapıyorum, bu da elbette odak noktası haline getiriyor beni.. Ama arkadaşlarımın yeteneklerini ve yaratıcılıklarını, daha doğrusu bünyelerinde teknik olarak da ruhen de barındırdıkları tüm değerleri görmezden gelemeyiz.. Benim işimin en önemli bölümlerinden biri şarkılarımı doğru hissetmelerini sağlamak , bunu hayal etmelerini sağlamak. Stüdyoya girip şarkıları düzenlemeye başladığımız zaman, sinema yönetmeni gibi kafamdakileri doğru aktarmaya çalışıyorum. Çok uzun ve derin arkadaşlıklarımız olduğu için de onlar da tüm duygularını ve müzikal birikimlerini koyuyorlar ortaya.. Her şeyden öte biz beraber müzik yapmayı, çalmayı çok seviyoruz. Bu da bir şekilde yansıyor diye düşünüyorum. Yani zorunluluktan değil, severek yapmanın olumlu bir tarafı olduğunu düşünüyorum.

Düşle : Bir okuyucumuz yeni albümünüzle ilgili tanıtımın altına şöyle bir yorum bırakmış: “Şebnem Ferah albümün adıyla, bir şekilde edebiyatın ulaşmaya çalıştığı noktayı da söylüyor: Kelimeler Yetse.. Kelimelerin yettiği gün o artık kendini tüketmiştir demek.” Kelimeler yetse.. bu söylev sanki yürekte düğümlüyor anlatılmak istenenleri.

Şebnem Ferah : Çok doğru.. İnsan öyle bir şey ki, aklınıza gelen tüm araçlar -ki kelimeler de araç- duyguların yanında sönük kalıyor hep.. iki insanın birbirinin gözünün içine bakıp, hiç konuşmadan bir şeyler paylaşması bazen bütün kelimelerin, cümlelerin efendisi olmaz mı..? İşte işimi bu yüzden seviyorum zaten.. Duygularla ilgilenmek insana o kadar büyük bir yaşama alanı sağlıyor ki asla bitmeyecek, sonuçlandırılamayacak, hep ilgilenebileceğiniz bir dolu şey..

Düşle : Yine bir okuyucumuzun albümünüzle ilgili tanıtımın altına bıraktığı yorumdan alıntılıyorum: “Şu bilinmeli ki Şebnem Ferah, Türkiye’ye fazla geliyor.Albümlerindeki şarkılar teker teker incelenirse onun söz yazarı değil, adeta şair olduğu söyelenebilir.” Sözler ne kadar önemli sizin için..?

Şebnem Ferah : Benim için sadece albüm yaparken değil, günlük hayatta da iletişimin, dolayısıyla kurduğumuz cümlelerin önemi çok. Albüm için çalışırken bir kat daha önemli elbette. Bu arada ben müziğin tek başına da bir çok duyguyu anlatabildiğine inananlardanım. Enstrümantal albümler dinlemeyi de çok severim. Müzik o kadar güçlü bir şey ki başlı başına; onun yanına basma kalıp sözler koymaya çalışmak, insanları oyalamak gibi geliyor bana. Müziğe; yanına koyduğunuzda cılız kalmayacak şeyler yakışır bence.. Ben de elimden geldiğince bunu yapmaya çalışıyorum.

Düşle : Edebiyat dergisi olarak sözlerin üzerine çok fazla düşüyoruz… Bu bakımdan neler okuyorsunuz ya da yaşadıklarınızın ötesinde yazınsal yaratılarınızdaki çağrışımları nerelerden alıyorsunuz..?

Şebnem Ferah : Hayatı olduğu gibi kabullenerek yaşıyorum. Bu zaten o kadar büyük bir okul ki..! Duygularımı, düşüncelerimi, içimden gelen ve geçen her şeyi dinliyorum, notlar alıyorum. Kitap kurdu değilim, ama okuduğum şeyleri de gerçekten öğrenmeye, bütün gerçekliğiyle algılamaya çalışıyorum. Aynı kitabı 5 kez okuduğum olur. Hiç sıkılmam. Ama asıl malzemem sanırım kalbim, hayatım, öğrendiklerim ve öğrenmeye çalıştıklarım. Bir de konsantrasyon çok önemli. İstediğiniz kadar okuyun, film seyredin, her şeyi yapın ama konsantre olmayınca pek bir anlamı olmuyor sanırım.

Düşle : “Kelimeler Yetse..” albümünde seslendiğiniz `bir’`i var sanki. Durumu magazinleştirmeyeceğim, `sanatın, aşkın kırgınlığıyla doğduğuna iyi bir örnek` bu albüm; peki `bir`’i imge mi yoksa realite mi..?

Şebnem Ferah : Yazdığım her şeyde gerçeklik payı olmuştur, ama müzik yapıyorsanız hayal gücü de çok ciddi bir kaynaktır. Bu albümde daha çok dertleşir gibi bir anlatım olduğunu düşünüyorum, ama hayal gücümü kullandığım zamanlar da çok.. Her türlü duyguyu kendi hissettiğim gibi anlatmaya çalıştım.

Düşle : “Kelimeler Yetse..” henüz tazeliğini koruyor, uzun bir müddette koruyacak gibi.. Yine de sormalı, yeni albüm şekillenmeye başladı mı..?

Şebnem Ferah : Yeni bir şeyler karalamaya başladım ama yeni bir albüm için düşünmeden önce şiddetle dinlenmem ve biraz kendime zaman ayırmam lazım. Çünkü albüm çıktığı günden beri hayatımın en yoğun dönemini geçiriyorum.

Düşle : Konser haberlerinizi afişlerden, sizinle ilgili haberleri de tesadüflerden öğreniyoruz genellikle. Şebnem Ferah’ın neden bir internet sitesi yok..?

Şebnem Ferah : Benim hazırlattığım resmi bir sitem yok. Ama beni dinleyen arkadaşlarımızın hazırladığı, uzun yıllardır da var olan bir site var. Oradan her türlü etkinlik haberini almak mümkün. Birkaç site daha hazırlanmış hatta.. Ama bunun dışında konserler en çok afişleme ve basın yoluyla duyuruluyor. Şehir etkinliklerinin yer aldığı sitelerde de hep duyuruluyor..


OKURLARIMIZDAN GELEN SORULAR

Ercüment Adalıoğlu : Hala aşık olabiliyor mu..? (Hiç olmadım ki demesine izin vermeyin.)

Şebnem Ferah : Olabileceğimi düşünüyorum. Aşk insanın kararlarının ötesinde bir şey çünkü..

Semra Eroğlu : Erkan Oğur’u dinler miymiş..?

Şebnem Ferah : Çok saygı duyduğum, sevdiğim, çok değerli olduğunu düşündüğüm müzisyenlerden bir tanesi..

Ebru Ekmen : Onun için özel olan şarkısının adı ne..?

Şebnem Ferah : Bütün şarkılarım benim için özel. Ayırım yapamıyorum..

Ali Osman Ünal : Son parçalarında tabiri caizse, dişiliğin çok daha fazla ön plana çıktığını ve daha fazla temponun arttığının farkına varmış bulunuyorum. Bunun nedenini sorabiliriz.. Ayrıca adı, Türkiye’nin gizli kabilesi adlı bir sitede, gizli Yahudiler başlığı altında yer alıyor bununla ilgili yorumlarını öğrenmek isterim, gerçekliği söz konusu mu..?

Şebnem Ferah : Kastettiğiniz şey şarkı sözlerimdeki bazı keskin cümleler ise, bunları dişilik değil, daha çok insani duygularla yazdım. Yani bir erkek de benzer yoğunluklar yaşayabilir diye düşünüyorum.. Gizli Yahudiler konusunu hayatımda ilk kez duyduğumu söyleyebilirim..!!!

Adem Bayraklı : Yanlış bilmiyorsam Volvox’un yaptığı kayıtlar hala mevcut kendisinde; zor biliyorum ama bir şekilde paylaşıma sunmayı düşünüyor mu..? yoksa o’da “gençtik yaptık bir şeyler ancak o eskide kaldı..” diyenlerden mi..?

Şebnem Ferah : Volvox döneminde profesyonel koşullarda tek parçalık bir kayıt yaptık ama paylaşmak için değil kendimiz için..

Ercüment Adalıoğlu : En son okuduğu üç kitabı ve en son aldığı üç albümü merak ediyorum. Çok absürd ise hiç sormayalım da derim. Fakat en azından kimleri okuyor ya da etkilendiği yazarlar kim bilmek isterdim..

Şebnem Ferah : Şu anda “12. Gezegen” adlı kitabı okuyorum. Zecharia Sitchin’in kitabı. Son aldığım albüm ise Sertab Erener’in yurt dışı için çıkardığı albüm.


Şebnem Ferah : O kadar güzel Sorular hazırlamışsınız ki, keşke sohbet edebilseydik. Umarım bu yolla da olsa tatminkar olur. Çok teşekkür ederim. Başka bir zaman görüşmek üzere.. Kendinize iyi bakın.. sevgiler.. Şebnem.

Düşle : Bizde Düşle Edebiyat dergisi olarak, röportajın gerçekleşmesine yardımcı olan Buket Doran’a ve sorularımıza vakit ayırıp, yanıt veren Şebnem Ferah’a çok teşekkür ediyoruz..

Can Dündar / Yorum (şebnem ferah hakkında)

'Deli kız' ilk kez 15 yaşında sahneye çıktı. Şimdi 30'ların olgunluğunu yaşıyor. "45'ime geldiğimde yine müzik yapacağım ama giderek yalınlaşacağım" diyor
Kaldığı otelin lobisinde buluştuğumuzda başında rengarenk bir kukuleta, yüzünde muzip bir gülücük vardı. Türkiye'nin rock yıldızı olduğuna inanmakta zorlanırdınız. 1997 başında onu bir müzik şirketinin bürosunda ilk kez gördüğümde de aynı şaşkınlığı yaşamıştım. Yine başında gündelik bir bere vardı. Tanıyamadım. Oysa ilk klibi Yağmurlar çıkmış, şarkı dillerde gezer olmuştu.
Sonraki aylar boyunca Kadın dışında albüm dinlemeyecek, nerede bir Şebnem Ferah konseri yakalarsam gidip izleyecektim.
Adı televolelerde hiç gezinmedi ama kısa zamanda rock denince akla gelen isim oldu.
Kemancı'da, Saklıkent'te, ODTÜ'de defalarca izledim onu…
Ve her çıkan albümünde Kadın'ın tadını aradım.

Siyah deriler içinde
'Kukuletalı muzip kız', söyleşimizden üç saat sonra Saklıkent'in sahnesindeydi ve üç saat önceki çocuksu halinden eser yoktu. Dümdüz saçları asice dalgalandırılmış, vücudu adeta siyah ikinci bir deri ile kaplanmış, elindeki gitarla bir Suzy Quatro görüntüsüne bürünmüştü.
Baş, orta ve serçe parmaklarını havada dalgalandıran, cep telefonlarıyla fotoğraf çekip, ses kaydı yapan gençlerin "Şebo sen bizim her şeyimizsin" tezahüratı ve kırmızı-mor ışıkların huzmesi altında elektro gitarının tellerine vurdu Şebnem; gitarın uğultusuna çığlığıyla eşlik etti:
"Çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar/ onlar da senin gibi çok tatlıydılar/ama canımı yakardılar, acıtırdılar."

Kırmızı rugan ayakkabılar
'Kırmızı rugan ayakkabılı kız', bir tatil kasabasında doğmuştu.
Ailesi Yalova'ya Üsküp'ten gelmişti. Tam bir sokak çocuğuydu, 'deli kız'… Dersleri de iyiydi ama, okul dönüşü önlüğü atıp top peşine koşanlardandı. Öğretmen olan babası bağlama, mandolin, piyano çalar, arada annesiyle düet yapıp Rumeli türküleri söylerlerdi.
Küçük Şebnem'i müzisyenliğe sevk eden, biraz da ailedeki müzik sevgisi oldu.
İlkokulu bitirince Bursa kolejine yatılı kaydoldu. 13 kızla bir arada kaldığı yatakhanesinde tek mutluluğu müzik dinlemekti. Ablası evde Abba dinlerdi. Okulda volkmeninin kulaklığında ise Bon Jovi gibi popüler rockçılar vardı. Artık kararını vermişti:
Şarkı söylemek istiyordu.
Lise 1'de Yalova'daki bir akrabasına bis**letini verdi, gitarını aldı. Şimdi deli gibi gitar çalıyor ve İngilizce şarkı sözleri yazıyordu.
Yatılı okuldan izinli olduğu Çarşambaları akustik gitar dersleri alıyor ve hafta sonları Yalova'daki odasında klas** gitarı ve küçük keyboard'uyla Scorpions'un Still Loving You'su gibi balatları çalmaya çalışıyordu. O yıllarda bir Londra gezisinde Soho'da bir müzik mağazasından Seth Riggs'in CD ve kitaplarını aldı. Riggs, Madonna'dan, Pavarotti'ye kadar pek çok müzisyen yetiştirmişti. Onun CD'lerinden gırtlağını nasıl kullanması gerektiğini öğrendi. Hâlâ her konser öncesi Seth Riggs'in CD'leri ile etüd yapmadan sahneye çıkmıyor.

Volvox dönemi
Lise 2'de Bursa'daki bir stüdyoda kiralık enstrümanlarla ilk grubunu kurdu:
Pegasus.
1987'de Bursa'da düzenlenen bir rock festivalinde ilk kez sahneye çıkıp şarkı söyledi. "Mükemmel bir histi."
Henüz 15 yaşındaydı.
Bir süre sonra Pegasus dağıldı. Şebnem, birlikte müzik yapacağı grupla arkadaş olmanın önemini keşfetmişti. O yüzden yeni grup için en yakınlarını topladı. Gitarcı Duygu, davulcu Gül, basçı Ebru bir de keyboard'cu bulup birleştiler. Bu, Türkiye'nin kadınlardan kurulu ilk rock grubuydu.
Aradıkları ismi biyoloji dersinde buldular:
Volvox (Latince 'ütün Sesler')

Mutsuz sözler
"Hafta sonları eve gittiğimde odama kapanıyor, yemek bile yemeden çalışıyordum. Kafamda bir şeyler çalıyor, içimden sesler geliyordu. Onları mırıldanarak teybe kaydediyordum. Notist değildim henüz, teyptekileri arkadaşlarımın anlayabileceği şifrelere döküyordum. Sonra gitarımla çalıp, üzerine İngilizce söz yazıyordum. Karanlık, mutsuz sözlerdi çoğu… Ya içimden öyle geliyordu, ya da dinlediğim yabancı parçalardan kulağıma yapışmış klişelerdi. Rock raconu öyleydi yani…"
"Yarınlar kadar yakın içimde fırtına
Bu dalgasız deniz durgun aldatır inanma
Yaslanıp gururumun kambur sırtına
Kendime rağmen durmam basar giderim"

ODTÜ öğrencisi
80'lerin sonunda ODTÜ Ekonomi'yi kazanıp ablasıyla birlikte "Çok mutlu zamanlarım geçti" dediği Ankara'ya yerleşti.
Artık yatılı okulun ancak volkmenle müzik dinleyebildiği kısıtlı ortamından kurtulmuş, teybinin sesini dilediği kadar açıp, gönlünce gitar çalabileceği bir mekâna ve sosyal faaliyeti yüksek bir okula kavuşmuştu.
Bu arada amatör gruplarda şarkıcılık yapan konservatuarlı Özlem Tekin'le tanışmış, onu da Volvox'a katmıştı.
Ama grubun diğer üyeleri İstanbul'daki üniversitelere gitmişti. Volvox 1,5 yıl hiçbir yerde çalamamış, dağılmaya yüz tutmuştu. Şebnem için karar vakti gelmişti:
Ekonomist olmak istemiyordu, oysa 'şarkıcılıkta yol katetmeye müsait olduğunun farkında'ydı.
"Hayır, sen hiç korkma/yarın senin yanında/yeniden koş yollarda/durma, durma!"
Kararını verdi. İkinci sınıfın sonunda ODTÜ'yü bırakıp, Ankara'ya 'emekliliğinde dönmek üzere' veda etti ve İstanbul'a, müziğin kollarına koştu.

Kemancı dönemi
İstanbul barlarında rock furyası yeni başlamıştı. 18 yaşlarında dört kız, Sıraselviler'de Kemancı'da, Ortaköy'de Sis Bar'da, arada Ankara'da şimdiki Manhattan'da, A-Bar'da haftanın beş günü sabaha kadar çalıyorlardı. Yorgunluktan perişan, ama mutlulardı. Müzik yapıp kiralarını ödeyebiliyorlar, bir yandan da sahne performansını, disiplinini, 'dinleyiciyi ısıtmayı' öğreniyorlardı.
Ancak, iki yıl sonra bu tempodan yoruldular. Volvox, sekiz yaşına gelmişti. Sahnede aynı (cover) şarkıları söylemekten ne kendilerini yenileyebiliyor ne beste yapıp söz yazabiliyorlardı.
1994'te dağıldılar. Özlem Tekin ayrılıp bir albüm yaptı. Şebnem de 'artık kendi şarkısını söylemek istiyor'du.

Sezen devrede
Beklenen fırsat tam bu aşamada kapıyı çaldı.
Hazırladıkları İngilizce sözlü bir demo, TRT'de Kokteyl programında yayınlandı. O klipte gitar çalıp vokal yapan Şebnem, Sezen Aksu'nun dikkatini çekti. Sezen "Bulun bu kızı bana" dedi. Kız bulundu. Sezen'in albümünde vokalistlik yaptı. Lâkin o, rock yapmak istiyordu. İyi de nasıl?
Şebnem'in de okuduğu 'Lanet' gibi fotokopiyle çoğaltılan fanzinler aracılığıyla yeraltında üreyen bir rock kültürü varsa da, Türkçe rock bugünkü kadar popüler değildi.
O dönem iki gelişme rockçıların önünü açtı:
Biri Metallica'nın İstanbul'daki stadyum konserinde gördüğü muhteşem ilgiydi. Metallica'yı bile şaşırtan bu ilgi büyük bir potansiyelin işaretini verdi.
İkinci gelişme ise Batılı dev müzik firmalarının Türkiye pazarına girmesiydi.
Şebnem, tam bu gelişmelerin ortasında, hem de donanımını tamamlamış, çevre edinmiş olarak, çantasında bestelerle hazırdı.

İlk albüm
Raks'ta Sezen Aksu ve Onno Tunç'a Deli Kızım Uyan'ı dinletti.
Bir gün odasına kapanıp yatağına oturmuş ve bu şarkıyı üç dakika içinde hem bestelemiş hem de sözünü yazmıştı. Gitarla en ilkel halinde çaldı:
"Deli kızım uyan/Söylenenler yalan/
Deli kızım uyan/bir tek sensin duyan."
Harikaydı. Sezen, Şebnem'i karşısına oturtup söz yazarken teknik anlamda nelere dikkat etmesi gerektiğini anlattı, birkaç müdahale yaptı; işte tamamdı. Hazır olan 4-5 şarkıya hiç dokunmadan albüme giriştiler.
"Benim müzikal anlamda aldığım ilk kıymetli hediyedir. Buna prestij albümü olarak bakıyorlardı. Ben iyi şarkı söylediğimi biliyordum.Yaptığım şeye inanıyor, güveniyordum. Ama satılır mı satılmaz mı, belli olmazdı. Yoktu hiç örneği. Benden biraz önce Özlem çıkmıştı ama benimki başka bir kulvardı. Hiç daha önce böyle bir şey yapılmamıştı, dolayısıyla maddi bir risk alıyorlardı."

Boşuna yaşanmamış
Çocukken harçlıklarından, sonraları konserden kalan zamanlarından kısıp çalıştıkları stüdyo emirlerindeydi artık…
İskender, Hakan, Demir, büyük bir şevk ve enerjiyle işe koyuldular. Beş ay gece gündüz çalıştılar. "Teknik anlamda da çok başarılı bir albüm oldu. İlk kez davul ve bas sesi duydu Türkiye…"
Sonuç, inanılmazdı:
Kadın, 400 bin sattı.
24 yaşında, hem de taviz vermeden hedefine ulaşmıştı Şebnem... Artık yolu açıktı. Altı yıl sonra dördüncü albümüne Deli Kızım Uyan'ın ikinci bölümünü şu sözlerle yazacaktı:
"Çok parçalandım/ parçalandıkça çoğaldım diye inanmazsam/
Nasıl yaşarım, nasıl yaşarım?
Hiçbir şey boşuna yaşanmamıştır diye inanmazsam/
Nasıl yaşarım, nasıl yaşarım?"

Olgunluğa dair
"Acılardan öğrendim müziğe verdim"
Ablandan 11 ay sonra depremde babanı kaybettin. Uzun bir aradan sonra döndüğünde, sözlerin çok daha olgunlaşmış bir kadının sözleriydi.
Deprem sonrası bomboş geldi her şey... Hiçbir şey yapmak gelmedi içimden… Babam, hayatımın çok önemli bir karakteriydi. Depremde onunla birlikte mahallem de gitti. 'Ben hangi sokakta top oynuyordum' diye gidip bakmak istesem artık yok öyle bir şey. Böyle şeyler yaşadığında tabii müziğine de yansıyor bu... Bir süre sessiz durdum. 'Ne oluyor' diye anlamaya çalıştım. Ama müzik bunu atlatmama yardımcı oldu. Sonra onu bir şekilde üretime çevirebildim. Hatta, garip bir denge ama, müziğime, insanlığıma çok şey kattığını düşünüyorum. Acı, insana kısa zamanda çok şey öğretiyor.
"Sevgilim ve dostum; babam, oğlum…/ arkadaşım, aşkım; her şeyimdin sen" diyen sözlerle döndün. O deli kız, hızla büyümüştü sanki…
Çok hızlı olgunlaşıyor insan… Ve yalınlaşıyor. Ablamın hastalığı çok uzun sürdü. Evde kahkaha attığım zaman kendimi kötü hissederdim. Böyle bir gençlik dönemi yaşadığın zaman sorumluluk duygun o kadar ağır basıyor ki, içinden deli doluluk gelse de yapamıyorsun; bir tarafın hep nahoş bir şey düşünüyor. Ben yeni yeni 'Ya Şebocum gül biraz' diyorum kendi kendime.

Sessizliğe dair
Savaşta rockçılar neredeydi?
Rock, doğası itibarıyla dünyaya kafa tutan, protest, muhalif bir müzik… Paul Simon ırkçılığa karşı, Bruce Springsteen teröre karşı albüm yapıyor. Bizde niye mesela savaş karşıtı bir çalışma çıkmıyor?
Aslında çok hissediyorum bunu… Kendimi eğitmeye çalışıyorum. Böyle sosyal meselelerle ilgili bir tavır içinde bulunmak ve bunu estetik bir şekilde sunabilmek de hakikaten çok zaman ve çok iyi donanım isteyen bir şey.
Bir deprem albümü yapabilirdin mesela… Niye olmuyor bu..?
Bence olmalı… Ama Türkiye'de zaten profesyonel şirketlerle kontratlı rock müzik yapmak o kadar yeni ki, herkes ayağını yorganına göre uzatmaya çalışıyor.
Batılı müzik şirketleri bu türden çıkışlara sıcak bakmıyor olabilir, ama bir toplu konser de düzenlenemez mi?
Zaten biz bu toplu tepki konularında özürlüyüzdür; sadece rock grupları için söylenecek birşey değil.
Ama sanatçılar toplumun sinir uçlarıdır. İlk refleksin onlardan gelmesini bekliyor insan…
Bu konuda sonuna kadar haklısın… Savaş, deprem gibi durumlarda birilerinden müzikal bir tepki bekliyorsa insanlar, bu, ilk rockçılardan gelmelidir.
Oysa tepki bir yana, tersine belli markaların amblemi altında görüyoruz sizleri… Bu, işin özünden taviz vermenizi gerektirmiyor mu?
O işi neden yaptığına bağlı. Benim kendi koşullarımla kendi sahnemi Erzurum'a götürme imkanım yok. Yaş ilerledikçe bazı şeyleri heyecanla değil, daha planlayıpyaparken buluyorsun kendini… 'Estetik olarak ben bunu da güzel anlatabilirim, boyumu aşmaz' diye hissettiğim gün, böyle şeyler yapma düşüncesi beni çok heyecanlandırıyor. Biraz daha zamanı var.
Can Dündar

İclal Aydın / Yorum (şebnem ferah hakkında)

Ben feci bir Şebnem'ciyim.. Bunu kendisine yıllar önce arkadaşları ile birlikte yemek yerken ve bendeniz henüz Türkiye için "ünsüzken" yanına yaklaşıp hayran hayran iletmiştim bu düşüncemi.

Onu ilk kez dinlediğim günü anımsıyorum.

Tatsız, soluksuz bir günün akşamında, bir arkadaşımın arabasında dinlemiştim. Bursa'dan İstanbul'a dönüyorduk. Yağmur başlamıştı. Silecekler çalışırken sanki sadece araba camını değil kalbimin üzerindeki damlaları da alıp götürüyordu. Bir şarkıcıyı ilk dinlediğinizde bir an bile olsa durup kalıyorsanız o sizin için farklı olur ya artık diğerlerinden... Araba camındaki yağmur damlası o günden sonra hep Şebnem Ferah'ı anımsattı bana...

Şarkılarında adını hâlâ koyamadığım bir duygu eşlik etti bana. Kimi zaman hissedilen de aynılık, kimi zaman fena bir hüzün; kimi zaman da benden uzak bir öykünün filmini izlemek gibi bir yabancılık...

Duru suların ardında
Radyo programları yaptığım yıllarda Şebnem Ferah'tan bir şarkı çalmadan bitirdiğim program pek azdı. "Deli Kızım Uyan" acaba kaç bin kez dönmüştür kulaklarımda?.. Geçen yıl "Son Sigara"yı dinleyip duruyordum bilgisayarımda. Sözlerinden de anlaşılacağı gibi, dışında iyi bir kabuk olsa bile içine kapanmasını getirecek kadar derin yaşıyor o da "sıradan ve insanî acılarını". Mesela bu albümünde; "Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler" şarkısında olduğu gibi... Ben galiba çok batılı görünen ama anlatiklarında, şarkılarında doğunun izlerini taşıyan Şebnem Ferah'ı dinlemeyi seviyorum. Onun o sakin tavrını, gülen gözlerini, kliplerindeki sıradışılığı... (Bir tek klibi hariç. Kimindi hatırlamıyorum şimdi ama R.E.M'in olabilir, işte o klibin neredeyse aynısıydı. Şebnem'in her şeyi kendisine özgün olmalıydı bence.)

Ama bir klibi var ki hepimiz daha çok sevmiştik onu. "Yağmurlar"ı hatırlıyor musunuz? "Gidiyorum gözüm yaşlı, hatıran var yüreğimde" diyordu duru suların ardında...

Yeni albümüyle ilgili önce posterini gördüm.

"Ah, nihayet çıktı" dedim sevinçle.

Siyah beyaz ve harika gözleriyle "kelimeler yetse" diye bakıyor... Albümünün adı bu.

Kendi el yazısı ile yazdığı şarkı sözlerinden bir bölüm;

"Çocukken sahip olduğum kırmızı ayakkabılar
Onlar da senin gibi çok tatlıydılar
Ama canımı yakardılar, acıtırdılar..."

Yaaa... İşte böyle... Ben maalesef taraflıyım efendim. Bir şeyi çok sevdim mi isterim ki herkes sevsin... Herkes dinlesin...

Okuduğum kitaplar, gördüğüm resimler, dinlediğim şarkılar, ezberlediğim şiirler...

Dünyayı dünya yapan şeyler... Bugün onlardan birini, Şebnem Ferah'ı yazdım. Anlaşıldığı üzere hayranıyım. Boşverin, nasılsa ben de müzik yazarı değilim... Eleştirisini Şafak Karaman'a ve Tolga Akyıldız'a bırakıyorum. Ben şu anda bile Şebnem'i dinliyorum...

iclal aydın-vatan

İnandığım Şeyleri Yapmaktan Kolay Kolay Vazgeçmem(RöporTaj)


Şebnem FERAH, Türkiye’de Rock müziğin en iyi ve en güçlü sesine sahip kadın vokallerinden. Şarkılarının hemen hepsinin söz ve müziği kendisine ait. Küçük yaşlardan beri müziğin içinde. Volvox grubundan sonra çizdiği solo kariyerinde de sürekli artan bir barı grafiğine sahip. Geçtiğimiz aylarda çıkardığı son albümü “Can Kırıkları” da tüm kırılmışlığına karşı dimdik ayakta duran, güçlü ve olgun bir Şebnem FERAH çıkıyor karşımıza. İnsanın inandığı şeyleri yapması gerektiğini savunuyor. Kısacası cesur, heyecanını kaybetmeyen, yaptığı işe inanan, kendini geliştiren, dur demeyen bir kadın; Şebnem FERAH var karşımızda.





- Geçtiğimiz aylarda çıkardığınız albümünüzün adı “Can kırıkları”. Albümdeki 10 parçanın söz ve müziği size ait. Şarkılar nasıl ortaya çıktı? Yaşadığınız olayların sizde bıraktığı izler ve yarattığı duygular mı dinlediklerimiz?



- Bu parçalar çoğu zaman hem yaşadıklarımdan hem de hissettiğim, düşündüğüm, müziği karşı olan aşkım ve inandığım şeylerin bütününden çıkıyor. Evimin her yerinde kâğıt kalem var, sürekli notlar alır, aklıma gelen melodileri kaydederim. Ayrıntılı olarak çalışmaya başlayınca da bunları değerlendirmeye başlarım ve bu çalışma dönemi çok uzun sürer. Bu dönemin sonunda ortaya çıkan şarkların genel olarak halinden memnunsam da stüdyo dönemi başlar.



- Dinleyicinin her albümünüzde farklı tatlar bulması, kendinizi tekrar etmemeniz, bu yaşanmışlıklardan da kaynaklanıyor değil mi?



- Sanırım öyle, çünkü planlanmış hiçbir şeyin insanın doğal ve yoğun olarak içinde biriken duygularıyla rekabet edebileceğine inanmıyorum. Ama elbette bu benim yaklaşımım. Müzik çok farklı şekillerde yapılabilir, önemli olan yapanın kendini nasıl rahat hissettiği.



- “Can Kırıkları”nı nasıl ifade edersiniz? Diğer albümlerinizle kıyasladığınızda farklı tarafı ne?



- Genel olarak hiçbir albümümü kendi aralarında mukayese etmem. Hepsi farklı süreçlerin, farklı duyguların, farklı müzikal becerilerin sonucudur. Dikkat ettiğim şey, hepsinde performansın mükemmel olması ve içimden gelen müziği en estetik biçimde aktarabilmektir, kaydettiklerimizin dünya standartlarında ve ödünsüz olmasıdır. İnsan her geçen gün daha çok tecrübe edindiği için, zamanın albümlerime ve performansıma çok olumlu etkiler kazandırdığını söyleyebilirim. Kend imi geliştirmeye çalıştığım için bu umarım müziğe de yansıyordur ama neticede benim için tüm albümlerim değerli ve çok inanarak kaydettiğim çalışmalardır. Bu açılardan Can kırıkları’nın, tüm bu değişiklikleri olumlu bir biçimde yansıtabilen bir albüm olduğuna inanıyorum





- Bu albümde karşımızda tüm kırılmışlığına karşın dimdik ayakta duran, güçlü ve olgun bir Şebnem FERAH buluyoruz. Yaşadığınızı “can kırıkları” kişisel olgunluk kadar müzikal anlamda da bir olgunlaşma sağlıyor mu?



- Çok doğru söylüyorsunuz. Az önce de söylemeye çalıştığım gibi kişisel yaklaşımlarla müzikal yaklaşımlar benim için birbirinden bağımsız ilerleyebilecek konular değiller. Kendimi her konuda geliştirmenin müziğime çok olumlu yönde etki yapacağına inanıyorum. Gelişmek de yaşadıklarımızla paralel hareket edebilir, dolayısıyla hepsi birbiriyle iç içe ve birbirini olumlu yönden tetikleyecek şekilde hareket ediyor.



- Albümle ilgili yorumlar gerçekten çok güzel. Bunları duydukça, “Tamam doğru yoldayım” diyor musunuz?



- Elbette çok hoşuma gidiyor. Ancak tersi de olsa eğer inandığım şeyi yapmışsam –ki hep öyle yapıyorum- yanlış yolda olduğumu düşünmem. Bu konuda benim en büyük önceliğim kendi inandığım ve yapmak istediğim müziği hayata geçirebilmektir. Dinleyicilerin tepkileri elbette çok önemli ve beni çok mutlu ediyor ama yönlendirici olan; içimden gelenlerdir. Farz edelim ki olumsuz sonuçlarla karşılaştım, sebeplerini mutlaka irdelerim ama yine de kendi inandığım şeyleri yapmaktan kolay kolay vazgeçmem.



- Yeni bir albüme başlama kararını nasıl alıyorsunuz?



- Bir karardan çok kendi kendine belirginleşen bir süreç oluyor aslında. Sürekli aklıma gelen şeyleri yazıp kaydettiğim için, öyle bir an geliyor ki artık konser ve turne gibi çalışmaları bir süreliğine dondurup bu çalışmalarla ilgilenmek istediğimi fark ediyorum ve kendimi adeta eve kapatıyorum. Ben yeni çalışmalar yaparken çok konsantre olmaya ihtiyaç duyan biriyim ve bu yüzden de böyle dönemlerde bütün dikkat ve enerjimi üretmek istediklerim üzerinde yoğunlaştırıyorum. Hazır olduğuma inandığım zaman da arkadaşlarım la birlikte gerekli planları yapıp stüdyoya giriyoruz ve kaydetmeye başlıyoruz.



- 88 yılında Volvox’u kurdunuz. Rock müzik yapmış olmanız ve sadece kızlardan oluşan bir grup olması açısından o dönem için cesaret isteyen bir girişim aslında. Nasıl tepkiler aldınız?



- İlk başta herkes gerçekten çalıp çalamadığımızı merak ediyordu. Ancak o kadar çalışkan bir gruptuk ki kısa süre içinde gerçekten olumlu gelişmeler kaydettik ve takip edilen bir grup olduk.



- Volvox olmasaydı Şebnem FERAH bugün burada olur muydu?



- Sadece Volvox değil, öncesinde de pek çok grup çalışmalarım olmuştu, dolayısıyla Volvox’u kurmasaydım mutlaka başka bir grup kurmuş olacak ve istikrarlı bir şekilde çalışacaktım. Volvox her birimize inanılmaz tecrübeler yaşattı. Zaten müziği o kadar çok seviyorum ki mutlaka bugün yaptıklarıma yakın şeyler yapıyor olurdum, bu tür gelişmeler etrafınızdan çok kendinizle ilgilidir. Ben, söz konusu müzik olduğunda her zaman çok heyecanlı ve istekli olmuşumdur. Bu da en temel belirleyici aslında.



- Küçük yaşlardan beri bir sahne tecrübeniz var. Yine de dinleyicinin karşısına çıktığınızda heyecanlanıyor musunuz?



- Hem de nasıl!!!! Ben zaman geçtikçe azalır diye tahmin ediyordum ama aksine artıyor. Bu biraz da bilinç durumunuzla doğru orantılı olarak artıyor aslında. Zaman geçtikçe daha da çok bilinçleniyorsunuz ve fark ediyorsunuz ki bir konser anı hem sizin için hem de dinleyiciler için çok büyülü ve önemli bir an, sorumluluklarınızı daha çok idrak ediyorsunuz. Bu yüzden de heyecanım hep artıyor ama bu endişe içeren bir heyecan değil. Çünkü sahnede yaptıklarım, benim en doğal olarak ve zorlanmadan yapabildiğim şeyler. Zaten heyecan kaybolursa bu işi sürdürmenin mümkün olmadığına inananlardanım. Müzik yapıyorsanız sahip olabileceğiniz en gerekli şey yetenekten sonra heyecandır diye düşünüyorum. Çünkü bu heyecan sayesinde daha iyi işler yapabilme ihtiyacına girersiniz.



- Duygularınızı samimi, dobra, içinizden geldiği gibi ifade ediyorsunuz. Dinleyiciyle aranızdaki sıkı bağın nedeni bu mu sizce?



- Mutlaka etkisi vardır diye düşünüyorum. Benim dinleyicilerle paylaştığım en geniş ve gerçekçi alan “şarkıcılığımdır” aslında. Dinleyicilerle aramdaki bağın “gerçek” olmasının sebebi, bence tüm konularda göstermeye çalıştığım “özendir”, iyi bir şarkıcı olma arzumdur, paylaşmaya çalıştığım şeyin “müzik” olmasıdır, ama onlar adına cevap veremem tabi…..



- Türkiye’de genel olarak müzikal kaliteyi nasıl buluyorsunuz? Dinlemekten keyif aldığınız sanatçılar var mı?



- Dinlemeye bayıldığım bir sürü müzisyen var. Türkiye’nin genel müzikal durumunu ise pek olumlu karşıladığımı söyleyemem. Yaklaşık 20 yıldır yaşadığımız sosyal dejenerasyonun müzik sektörü üzerinde de direkt bir etkisi var diye düşünüyorum. Ama bu durumdan bağımsız olarak kendi çabalarıyla daha standartlar üstü çalışmalar yapan müzisyenler de var ve bu da beni mutlu etmeye yetiyor. Doğrusu ben de böyle yapmaya çalışıyorum.



- Bence kesinlikle bunu başarıyorsunuz. Şarkı sözlerinize baktığımızda her dizesi, üzerinde düşünülmesi gereken derin anlamlar taşıyor. Ayrıca duygularınızı yalın, net ve çok düzgün bir Türkçeyle ifade ettiğinizi görüyoruz. Bu doğuştan gelen bir yetenek mi?



- Öncelikle çok teşekkür ederim. Bunun elbette içinizde barındırmanız gereken yetenekle ilgili doğru bir orantısı var ancak bu konuda kendimi geliştirmek için de çok çalıştığımı söylemeliyim. Çalıştıkça becerileriniz artar ve bu da size çok büyük bir özgürlük alanı sağlar. Ben etrafıma baktığımda bir sürü şarkıda, sırf kolay akılda kalsın diye, dinleyecek olan insanların algıları neredeyse hafife alınarak yazılmış şarkı sözlerine çoğunlukla rastlıyorum ve bu benim yapmak istediğim şey değil. Kendim herhangi bi r şarkı dinlediğimde, bir cümlesi bana bir şeyler yaşattığında nasıl mutlu oluyorsam aynı duyguyu yaşatabilmek isterim elbette. Ancak bunlar bir bütünün parçasıdır, hiç dilini bilmediğiniz bir şarkıyı da çok sevebilirsiniz, bu yüzden de her zaman en çok önemsediğim şey müzik ve performanstır.



- Türk Rock müziğinin markası haline geldiniz. Bu size ekstra bir sorumluluk yüklüyor mu?



- İnanın “marka” olarak anılmaktansa iyi bir müzisyen ve şarkıcı olarak anılmayı tercih ederim. Benim yapmaya çalıştığım şey bu çünkü. Marka olmak bir sürü dış etkene bağımlı bir şeydir çünkü ama iyi müzisyen olmak her şeyden önce sizin disiplininizedir ve ben başka faktörlere bağlı olmadan müzik yapmayı seviyorum. İyi bir şeyler yaptığınız sürece olumlu sonuçlarla da kaçınılmaz olarak karşılaşırsınız. Belki biraz sabretmek gerekebilir ama mutlaka karşılaşırsınız. Bense direkt olarak sonuçlarla değil de kendi yükümlülüklerimle ilgilenmeyi tercih ediyorum. Söylemeye çalıştığım şey, ben kimsenin tanımadığı bir müzisyenken de bugünkü sorumluluk ve disiplin duygularına fazlasıyla sahiptim, aksini hayal edemiyorum zaten.



- Müzik dışında nelerden keyif alıyorsunuz?



- Zamanım olduğunda seyahat etmekten, film seyretmekten, arkadaşlarıma yemek yapmaktan, ailemle olmaktan hoşlanıyorum.



- Şarkılarınızın söz ve müzikleri size ait, albümlerinizin bir kısmının prodüktörlüğünü de siz yaptınız. Kendinizi eleştirirken, zaman zaman objektif olmakta zorlanıyor musunuz?



- Ben kendimin en katı eleştirmenlerinden biriyimdir aslında. Zaten objektif olmadığınız sürece prodüktörlük yapmanıza fiziksel olarak imkân yok bence. Elbette karşıdan görmekte zorlandığım taraflar oluyor zaman zaman ama bu yüzden de sayısı az da olsa fikrine çok güvendiğim arkadaşlarımın ya da büyüklerimin fikrine başvururum. Ancak albüm yaparken kendi yapmak istediğim müzik benim için “en önemli” olduğundan bazen de kim ne derse desin inandığınızı yapacak kadar da inatçı olmanız gerekir. Bütün bunların deng esi çok kolay bir denge değildir ama bir şekilde bu dengeyi korumaya çalışıyorum.



- 15 yılı aşkın bir süredir müzik dünyasının içindesiniz. Rock müzikle ilgili tüm aşamalara yakından şahit oldunuz. Türkiye’de Rock müziğin olgunlaşma çabalarını nasıl buluyorsunuz? Sizce neden dünyaya açılamıyoruz?



- Türkiye’de Rock müziğin sektörel gelişimi kesinlikle şirketlerden çok “kişilerin” çabalarıyla şekillenmiştir, bu sayede de bugün artık Rock müziğin “öcü” bir müzik türü olmadığına inanabilen, sevebilen şirketler doğdu. Müzisyenler zaten her zaman vardı. Ne mutlu ki artık kendilerini pek taviz vermeden de ifade edebilecekleri albümler yapabilme fırsatına kavuştular. Olup bitenleri çok olumlu bulmakla birlikte bu gelişmelerin ne kadar gerçek olduğunu birkaç yıl sonra değerlendirebileceğiz diye düşünüyorum. Dün yaya açılma meselesini ise sadece müzisyenlerle ilgili olarak görmüyorum, bu Türkiye’nin müzik sektörünün “ne kadar uluslar arası bir tavır sergileyebildiği” gerçeği ile ilgilidir. Bu alanda da henüz ülke olarak tecrübe etmemiz gereken çok gerçek olduğunu görüyorum maalesef. Ama iyi niyetle ve özenli bir şekilde çalıştığımız sürece uzun vadede pek çok şey değişecektir diye umut taşıyorum.

Röportaj: Pınar YALMAN

Şebnem Ferah Röportajı

Şebnem Ferah Röportajı
Elini ayağını nereye koyacağını bilemez bazen insan. Yazıyla anlatmaya çalışmak çoğu zaman, onun deyişiyle ‘kapı deliğinden izlediğin manzarayla yetinmeye’ benziyor. Bu kez daha güçlü, kendinden emin ve sakin bir Şebnem Ferah var karşımızda.
Ama bir şarkısında söylediği gibi hálá kalbi delgeçlerle delinmeye hazır. ‘Nasıl olsa alıştım ben uzak rüzgarlara, gel bir parça da sen kopar canımdan, ekmeğimden’ diyor. Albüm, salı günü Pasaj Müzik etiketi ile raflarda olacak. Pasaj Müzik’in nefis Boğaz manzaralı terasında yeni şarkıları eşliğinde bir röportaj yaptık.

Bu albümde gelebilecek her türlü darbeye karşı daha güçlü ve hazırsınız gibi bir his var...

- Belli yaş dönemlerinde, belli tecrübelerden sonra bunlar bütün insanların yaşayabileceği şeyler. Şarkı yazarken karnımı açmayı seven bir tarafım olduğu için malzemem genelde kendim oluyor.

Karnınızı bu kadar açmak sizi rahatsız ediyor mu? Şarkılarınızla tanımadığınız bir sürü insanla çok özel bir noktada buluşuyorsunuz...

- Dinleyicinin hakkımda bir takım çıkarımlara varacağını düşündüğüm şarkı sözleri yazmak benim için o kadar korkutucu değil. Dinleyicimle çok kemikleşmiş bir ilişki kurduğumu düşünüyorum. Artık onlara kendimi açmaktan korkamam. O zaman ihanet etmiş gibi hissederim kendimi.

Ama olur ya, bazen insan en yakınına bile bazı şeyleri anlatmak istemez. Perdelediğiniz oluyor mu sizin de bazı şeyleri şarkı yazarken?

- Tabii ki olur ama kendimi durdurma noktam ‘Bunu söylemesem daha iyi olacak’ gibi bir şey değil. Geçen albümüm buna en iyi örnektir aslında. Kendimi hiç frenlemediğim, içimde olup biteni olduğu gibi yansıttığım bir albümdü o. Kendimi durdurmak isteseydim o albümde durdururdum. Ancak birilerine karşı sorumluluk duygusu sebebiyle bir şeyleri frenleyebilirim.

Bundan önceki albümlerde başkalarının sebep olduklarından çıkan sorunlar ağırlıktaydı. Ama bu albümde sizin içsel yolculuğunuz ön plana çıkıyor gibi.

- Kabuğuna çekilmek ayrı bir şeydir, hem etrafı hem kendini algılamaya çalışabilmek, kendine olan dönüklüğünü dışarıya da gösterebilmek ayrı bir şeydir. Ben bu ikisini dengelemeye çalışıyorum.

Bir röportajınızda ‘Yalnızlığımla iyi geçinebiliyorum ama beni beklenmedik yalnızlıklar acıtıyor’ demiştiniz. Bu albümde ‘Kalabalıklar arasında yalnız kalmaktansa dünyanın bir ucunda tek başınayım’ diyorsunuz. Bu, tercih edilen bir yalnızlık mı?

- Evet, bu benim karar verdiğim bir yalnızlık. Aslında bunun için dünyanın bir ucuna gitmeye gerek yok. Bunu kendi evinizde de yapabilirsiniz. İnsanın zaman zaman kendini ve hayatını değerlendirmesi için yalnızlığa ihtiyacı vardır. İstediğim zaman tek başına olmak beni daha iyi ve güçlü hissettiriyor.

Gitgide daha mı sertleşiyor kabuğunuz? ‘Ben zaten düşmüşüm ve alışkınım uzak rüzgarlara, gel bir de sen vur’ gibi cümleler kurmuşsunuz.

- İnsan ilk kez kötü bir şey yaşıyorsa duvara tosluyor. O kötü şey bir daha olduğunda, acısının ne kadar zaman sonra gideceğini bilmek, ‘eyvah’ dedirtmemeye başlıyor. Beni hazırlıksız olduğum şeyler korkutuyor hep.

Kirlenmeye karşı nasıl koruyorsunuz kendinizi?

- Ara sıra kendimi eve kapatmalarım, bir yerlerde tek başına tatil yapışlarım meşhurdur benim. Bu şekilde kendimi yeniliyorum. Sivri kalmasını istediğim şeyleri de koruyabiliyorum böylelikle.

Sezen Aksu, İspanya’da bir dergiye verdiği röportajda ‘Şarkıcılığımın ilk yıllarındaki masumiyeti kaybettiğimi düşünüyorum’ demişti. Siz koruyabiliyor musunuz o masumiyeti hálá?

- Müzikal olarak bir kaybım olduğunu söyleyemem. Çünkü ben çalışkan bir müzisyenim. Ama çocukken yaşadığınız saflıkla, kaba bir tabirle feleğin çemberinden geçtikten, kabuk tuttuktan, çeşitli mekanizmalar geliştirdikten sonraki haliniz arasında dağlar kadar fark var. Belki gidip banka soymuyorsunuz ama o masumiyet ister istemez yitiriliyor. Öte yandan kuyu gibi olup da, herkesin içinize çamur atması da mümkün değil; çünkü aynı oranda da güçlü ve bilinçli oluyorsunuz.

Hoşçakal şarkısında diyorsunuz ki ‘Biraz su biraz yeşillik, her yer benim evimdir.’ Böyle bir kadın mı Şebnem Ferah?

- Bu zamanla geldiğim nokta. Bütün bu içsel yolculuktan sonra her yerin benim evim olabileceğini, herkesle bir noktada iletişim kurabileceğimi gördüm.

Müzikal olarak nasıl bir albüm oldu ‘Can Kırıkları’?

- Sound’unu diğer albümlerime göre biraz daha sert bulabilir dinleyiciler. Enerjiyi biraz daha iyi hissedecekler sanırım. Çok daha iyi bir sound yakaladığımızı düşünüyorum. Ama bu alınmış bir karar değil. Hiçbir zaman şarkı yaparken bu şarkı da şöyle olsun demedim. Arkadaşlarıma dinletiyorum, onların katkıları çok büyük oluyor. Bir yolculuğa çıkıyoruz şarkılarla beraber. Her şeyi doğal akışına bırakmayı seviyorum.

Tarkan Gözübüyük’le yine bir aradasınız bu albümde. Nasıl bir etkisi oldu onun bu albüme?

- Tarkan’la ilk iki albümde beraber çalışmıştık. Uzun zamandır onunla yeniden çalışmayı çok istiyordum. Tarkan sadece bir müzisyen olarak değil, insan olarak da etrafındaki insanların en güzel taraflarını ortaya çıkarmasını başaran biri. Bu yüzden benim için çok değerli. Tabii Tarkan’ın yanı sıra diğer bütün ekip arkadaşlarımın da varlığı çok önemli.

Yıllardır konserlerde de beraber çaldığınız arkadaşlarınız onlar değil mi?

- Evet. On senedir birlikte çalışıyoruz. Buket Doran, Metin Türkcan, Ozan Tügen, Aykan İlkan’dan oluşuyor bu ekip. Artık aile gibi olduk. Beraber vakit geçirmekten çok hoşlanıyoruz.

Bu şarkılar ne kadar zamanda oluştu?

- Yaklaşık bir sene sürdü sanıyorum. Şarkıların büyük bir bölümünü Amerika’da yazdım. Döndüğüm andan itibaren de stüdyodaydım. Hatta bazı şarkıları da stüdyo sırasında yaptım. Bir de şarkıları istediğim zaman, o duyguyu yakalayabildiğimde söyledim.

CAN KIRIKLARI ASLINDA KARİN KARAKAŞLI’NIN KİTABI

Son albümümü çıkardığımda şirkete benim için bir zarf geldi ve içinden Can Kırıkları adında bir kitap çıktı. Yazarı, Karin Karakaşlı. Kitabı elime alır almaz, şarkıyı kafamda duymaya başladım. Bu albüm için ilk yaptığım şarkı o oldu. Hepimizin kalbi kırılır, acıları olur ama bunun bu kadar keskin ifade edilmesi çok hoşuma gitti. Albüm adı için kendisini arayıp haber verdim. Karin’in de bundan keyif alması beni daha da mutlu etti.

Şebnem'le Can Kırıkları Üzerine Söyleşi-3

PRODÜKTÖR KAVRAMININ ÖNEMİ
A: Senin ilk albüm yaptığın zamanla bugün arasında olumlu gelişmede prodüktörün öneminin kavranması galiba. Şimdi daha aklı başında daha rock konusuna hakim prodüktörler çıkıyor sanırım.
Ş: Kesinlikle öyle onu söylemeye çalışıyorum. Ben o zaman da şanslıydım. Çünkü ilk albümümü yaptığımda bile bir prodüktörle çalışabilme arzumu kabul ettirdiğim bir şirketin içersindeydim. Aksi olsaydı yapmazdım zaten. “Öyle değil, böyle yapmalısın” diyen birinin müzikten anlayan birisinin olmasını isterim. Patron konumundaki birinin böyle bir şeye karışmasının kabul edemem. Yarın obürgün gene herşey eskisi gibi olsa ben gene albüm yapmam, barda şarkı söylerim. Senin içinde bulunan öz yeteneklerin eğer doğru kullanabiliyorsan bir işe yarıyor. Buna mecbur olmamalıyım. Bunu mecburen yapmaya başladığım zaman, başkalarının isteğine göre hareket ettiğin an o müzik değil. Onun yerine başka bir işte verimli olmayı tercih ederim. Ben içimden geleni, mümkün olduğu kadar az filtrelenmiş olarak yapmalıyım.

A: Rock albümlerinde prodüktörün öneminin kavranmasında Tarkan (Gözübüyük)’ın da bir hayli katkısı oldu sanırım.
Ş: Müziği bir kenara bırakırsak, insan olarak yaşadığın her anı değerli kılabilmek gibi çok önemli bir özelliği var. Böyle bir duygusal anlam bütünlüğü olunca kötü bir iş çıkmasına imkân yok gibi. Albümüme katkısı çok fazla oldu. Bu albümün oluşum aşamasında bitmesin dediğim tek çalışmadır bu. Normalde hani insan üç, beş ay geçtikten sonra biraz yorulur, “ne zaman bitecek” falan der ya, bunda tam tersi oldu. Onunla çalışmak o kadar dolu dolu geçiyor ki, anlatılamaz. Çıkan işe hakikaten bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

GEÇMİŞE YOLCULUK
A: “Geçmişe Yolculuk” adlı parçanda; “Bir bilet istiyorum sadece gidiş olsun” diyorsun. Eskiyi bu kadar çok mu özlüyorsun? Ş: Kendi ayaklarının üzerinde durmak zorunda olduğun andan itibaren yaşadığın hayatla, o güne kadar yaşadığın hayat arasında fark oluyor. İşin işine yaş, tecrübeler de girdikten sonra bazı şeyler değişiyor. 13, 14 yaşındayken senin için anlamlı olan şeyler, bugün yerini başka şeylere bırakmış olabiliyor. Ben kişi olarak hayatımda bunları yitirmek istemeyen biriyim. Mümkün olduğu kadar çocukken, gençken doğru bildiğim şeyi 40 yaşında da koruyabilmek istiyorum. Doğru mudur, yanlış mıdır? Bilmiyorum. Ama benim böyle bir ihtiyacım oluyor genellikle. Çünkü o zaman ki heyecanım, o zaman ki yaşama sevincimin eksildiğine tanık oluyorum. Bunların çok daha arttığını diğer insanlarda da görmedim. Hele bizim jenerasyonda hiç görmedim. Onu da ben en çok müzikle hayatta tutuyorum. Ogün de yaptığım, bugün de yaptığım, bundan 10 sene sonra da yapacak olduğum şey, müzik. Hayatımda kendimi bildiğim andan itibaren varolan ve değişmeyen tek şey müzik.Onu korumak istiyorum. Ve ozaman ki halimle korumak istiyorum. Zaman içinde insanın yorgunluk gibi bir şeyi devreye giriyor. 17 yaşındayken dünyayı tersine çevirebilirim diye hissediyorsun. 30 küsur yaşındayken ayağın biraz daha yere basıyor. Belki içinde o heyecanı taşıyorsun ama çeviremeyeceğini biliyorsun tekbaşına. Oysa ki ben buna inanmak istemiyorum. Hep çevirebilecek mişim gibi bir heyacan olsun istiyorum.

A: Bugünkü gençlik biraz daha gerçekci galiba. Ne dersin?
Ş: Bizim gençliğimizde seçeneklerimiz çok daha az olduğu için, hele söz konusu müzik ise bu daha iyi hissedilirdi, daha romantiktik. Meselelere yaklaşımımız daha duygusaldı.Şimdiki kuşak bir çok şeye çok kolay ve hızlı erişebiliyor. Hem de dünya ile eş zamanlı olarak ulaşabiliyor. Oysa ki ben Bursa’dan otobüse binip, İstanbul’a bir konser izlemeye gelip, sonra da döndüğümü çok iyi hatırlarım. Şimdi ikisini yanyana koyduğun zaman tabiki arada romantizm açısından bir fark var. Ama bugünkü gençlik Live 8’i canlı olarak dünya ile aynı anda izliyebiliyor. Ya da bir çok rock ustası ülkemize konsere geliyor. Biz gençken bir çoğunu poster olarak görebiliyorduk ya da albümlerine gecikmeli olarak ulaşıyorduk. Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum. Bazı şeylere kolay ulaşmak da kötü olmasa gerek. Bu büyük bir şans onlar için yeter ki bunun kıymetini bilmek lazım.

A: Peki şimdiki kuşak kıymetini mi bilmiyor?
Ş: Bence biliyorlardır. Biliyor olmalılar ki, herkes “Pink Floyd bir tarafa, diğer gruplar bir tarafa” diyor. Bunu diyen adam 20 yaşında yani. O grup, kadrosunu dağıttığında o çocuk dünyada yoktu zaten. Grubun geçmisine de tanık değil, demek ki bir şekilde kıymet biliyor.

A: Gençliğinde tutkunu olduğun gruplardan biriyle bir konsere çıkmak ya da düet yapmak içinden geçiyor mu?
Ş: Geçmez mi canım.

A: Kim var isim verebilir misin?
Ş: Seçim yapmak zor tabi. Ne bileyim, Deep Purple, Rainbow ya da Black Sabbath döneminde herhangi birine denk gelmiş, herhangi bir müzisyenle bir şey yapmak isterim. Ya da soruyorlar mesela hangi şarkıcıyla düet yapmak istersiniz falan diye... Düet yapmayayım, David Coverdale’i yakından seyretmek bile yeter bana.

A: Coverdale gelmedi ama Deep Purple, Dio, Blackmore gibi isimler ülkemize geldi, onların konserine gittin mi?
Ş: Deep Purple, Blackmore’ın İstanbul konserlerini izledim ama Dio’nun konserine turnem nedeniyle gidememiştim. Ama Los Angeles’da gittim. O da denk geldi biraz da. Benim gittiğim dönemde hangi konserler var diye hesap etmemiştim. Orada durum nasıl olmuş biliyor musun? Bizim Kemancı gibi barlarda bizim dönemimizin grupları 300, 400 kişiye kimi zaman unplugged, kimi zaman kadro uzun süredir ayrıymışta biraraya gelip gece yapıyorlar falan hesabı sahneye çıkıyorlar. Açıkcası bunlar her haftada yoğunlukla oluyor. Ama Dio’nun konseri Anthrax’la turne dahilindeydi. O benim için sürpriz bir hediye oldu yani. Hayatımda izlediğim en iyi konserlerden biriydi diyebilirim... Müthiş... Yaşı ilerledi diye nasıl bir performans gösterecek diye merak ediyordum. Kolay değil hani adam 60’ını aştı, sahnedeki performansı hala muhteşemdi. Ben o konseri izlmeye gittiğimde konserin yapılacağı yeri kapalı bir mekan sanıyordum. Ancak açık hava tiyatrosuymuş. Geceleri de biraz soğuk olacağını kestiremediğim için tişortle gitmiştim. Konser başladı ama bir iki şarkı sonrası üşümeye başladım. O sırada Dio tişörtlerinin satıldığı stand gözüme takıldı. Gidip bir tişört satın alıp soğuğa biraz dayanırım dedim. Ama olacak gibi değil, parça arasında adama gidip bu seferde uzun kollu bir Dio tişörtü alınca, adam da şaşırdı. Olacak gibi değil gene üşüyorum. Hiç abartısız 3 tişort daha alıp üst üste giydim. Toplam 5 tişortü üst üste giymiştim fakat bana mısın dememişti. Gene üşüyordum. Bir parça sonrası gene tişörtcünün yanına ğittim. Bu sefer kesin çözüm olarak gözüme deri montu kestirdim. Satıcı adam beni tekrar görünce millete doğru “İşte en büyük Dio fanı”diye gösterecekti. O konseri katkat Dio tişortlerini üstüste giymiş vaziyette bir de montla acaip bir halde izlemiştim. O gün Halloven Bayramları olduğu için bir sürü insan garip kıyafetlerle konsere gelmişti ama en çok ilgiyi benim halim çekmişti

Şebnem'le Can Kırıkları Üzerine Söyleşi-2


Şebnem'le Can Kırıkları Üzerine Söyleşi-2
İLK KEZ ROCK’N COKE’DA



A: Dünyaca ünlü yabancı grupların da yer aldığı rock festivalleri ülkemizde bir hayli arttı. Bunlarda seni niye göremiyoruz?
Ş: Kalabalık organizasyonlarda sese ve teknik ayrıntılara dair aksilikler olur ya o yüzden biraz uzağında kalmaya gayret ettiğim bir şeydi. Ama esas sebebi çok rastgelmemesidir. O sırada ya turnede olurum, ya da başka tarihlerde önceden planlanmış bir konser olur. İlk kez bu sene bir festivale katılacağım. Yani benim planlanmış bir uzak durma tavrım yok, her ne kadar bazı taraflarını korkutucu bulsam da. Yani henüz tam standartların oturduğunu düşünmüyorum.

A: Bu sene ilk kez katılacağın Rock’n Coke’a senin Perdeler albümünde birlikte bir parça yaptığın Apocalytica da geliyor.
Ş: Onlarda bizden sonra çıkacakmış. Bir sürpriz olur diye bir parçayı beraber çalma fikri geldi. Fakat şimdi yoğun bir turne programları var, konser öncesi prova imkanı bulabilir miyiz, bilemiyorum. Ama onları göreceğim için, aynı sahneyi paylaşacağım için bile mutluyum hani.

A: Son albümünde 4 parçada yaylıların katılımı var. Bunda Apocalyptica ile çalışmanın etkisi var mıydı?
Ş: Yaylı enstrumanların sesini insan sesine çok yakın bulmuşumdur. Apocalyptica ile çalışma yapmamızda benim onların müziğine hayranlığım yatıyor. O yaylılar da ise Ozan’ın (klavyecisi) fikriydi. İlk önce keyboardla çalarken yaylı fikri gelişti.

“YURTDIŞI İÇİN; ALACAKSIN GRUBUNU HERŞEYE YENİDEN BAŞLAYACAKSIN”

A: Bir aralar senin yurt dışı projelerin başlıyor gibiydi.
Ş: Universal firmasıyla çok güzel bir noktaya gelmiştik. Fakat Universal kapandı. Dolayısıyla ben de daha sonra “Biz şöyle bir noktaya gelmiştik” diye kimseye hatırlatmadım. Ama o aşamada benim hissettiğim iki tane gerçek var. Birincisi bunlar masa başında yapılacak şeyler değil. Buradaki şirketin kafaya bunu takıp, her hafta Londra’ya falan gitmesi lazım. Kimse yeni biri olsun, Türk olsun, çok da iyi olsun diye birşey düşünmez. Hiç böyle bir ihtiyaç yok. Bu şekilde de albüm üretilmiyor. Geçtiğimiz yaz hem böyle müzikal olarak neler oluyor, hem de tatil yapmak için Amerika’ya gitmiştim. Orada farkettiğim bir gerçek var, Aptül... Eğer böyle bir arzun, gerçekten varsa; alacaksın grubunu yeniden başlayacaksın. Burda nasıl barlarda çalarak başlıyorsun, orda da bu süreci başlatacaksın. Olursa olur, olmazsa olmaz. Bunun en gerçekci, en sağlam yolu bu. Ben nasıl genç bir kızken, burada da gruplar kurup, konserlere çıktıysam aynısını da orada da yapmalısın. Ama insanın yaşı ilerleyip, biraz yorulunca böyle birşeyi göze alabilir mi? Bu soruyu kendi kendine soruyorsun. Ama çok içimden geliyor. Başarılı olur ya da olmaz, o ayrı bir konu ama o tecrübeleri yaşamayı çok isterim. Bunun dışında “Türkiye’de böyle biri var, şirketimizde bir de siz dinleyin” yaklaşımı çok sağlıklı bir metod gibi gelmiyor. Ve bu güne kadar tek denenen metod da bu ve çok başarılı olduğuna da tanık olmadım. Söz konusu pop müzik olsa bu tip şeyler daha değer taşıyabilir, Rock gibi müzikler yaptığın zaman arenası sahne. Yani sahnede iyiysen, kendine iyi bir gelişim süreci yaratabilirsin. Zaman zaman içimden pılımı pırtımı toplayıp, bunları denemeye kalkmak gelmiyor mu? Geliyor ama hakkaten hayatının minimum 3, 4 senesini ayırman gerekir. Tıpkı gençliğimde olduğu gibi.

A: Eskiden bize biraz daha mı kolay geliyordu?
Ş: Sözkonusu müzik olduğunda bizim çok farklı yerlerde olduğumuz şeyler var. Yani orda 50 yıldır büyük bir standartta devam edenler, burada daha deneme yanılma yoluyla hayata geçiyor. Bu yüzden, sadece müzik üreten firmaların değil, müzik yapanların da vizyonu çok dar. Dinleyicinin de öyle. Bir kere kendi içimizde bunu aşıp, standart hale getirmeliyiz. Başka bir ırktan, başka bir coğrafyadan, başka bir kültürden gelen bir adamla aynı masa etrafında yapabilmenin yolu, seninde aynı satndarta gelmiş olmandan geçiyor. Birincisi Türkiye’de müzik yapmak o kadar kolay birşey değil. İkincisi o söz ettiğim sandartlar önemli çünkü aynı dili konuşmuş olmuyorsun. Burda kastettiğim gerçek anlamda lisan değil. Farklı dünyalardan bahsediyorum. Ama eğer bunları aşabilirsen, iyi bir müzisyenin sahnenin üzerinde de hangi coğrafyadan geldiğinin hiç bir önemi yok. Her yerde “Hoşgeldin” denir sana. Bunun için hakkaten gidip orada uğraşman gerekir. Benim ikna olduğum şey bu.

TÜRKİYE’DE ROCK

A: Senin ilk abümünü yaptığın dönemde Teoman ve Özlem Tekin gibi isimlerde Pop piyasasının satışına ulaşan alternatifler getirince müzik sanayi bu konuda rock’ı da dikkate alan bir sektör oluşturma işine girişti diyebilir miyiz.
Ş: Bizden önce de çok düzeyli albümler yapıldı. Hepsi birbine kapı açtı diyebilirim. Albümlerin iyi bir satış yakalaması “demekki bu alanda da bir sektör oluşturalım” düşüncesi yaratmış olabilir. Fakat bu o mantıkla ilerleyebilecek bir şey değil. Zaten o mantıkla da ilerlemedi. Kendi işini iyi yapalar ilerleyebildi. Rock müzik, birine tamam sen bunu yapıyorsun diyebileceğin bir şey değildir. Pop müzikte belki böyle kararlar alınıyordur, olabilir ama birini alıp kaşın gözün güzel diye sahneye çıkartıp rockçı yapamazsın. O yüzden doğal bir gelişim süreci yaşadı gibi gelmiyor bana. Çünkü bu müziği yapan insanlar, hayatının merkezine oturtan insanlar. 19, 20 yaşından itibaren barlarda çalmaya başlıyorlar ya da küçük kalabalıklarla başlıyorlar. Müzik dinlemeyi ve müziğe vakit ayırmayı başlıbaşına seçiyorlar. Bunun doğal olarak bir fark yaratacağı çok açık. Bu dünyada da böyle. Dünyada da bu yüzden en çok satış yapan albümler rock albümleri. Müzik şirketlerine kalıcı ticari başarıları yaşatmış olanlar rock albümleridir. Bir takım planlardan uzak olmakla birlikte, daha doğal biçimde yerli yerine oturmaya başladığını görüyorum. Şu anda “Bu akşam nereye gidelim”diye konuşsak, gidebileceğimiz en az üç konser vardır. Bu çok sevindiric bir şey. Sırf bu bile başlıbaşına çok sevindirici birşey. Birileri de bu albümleri yapabilsin diye maddi olarak girişimde bulunuyor. Bütçeler ayrılıyor, stüdyolar kiralanıyor. Bunların geri dönüşümünün olduğunu görmek çok önemli. Çünkü, bu şekilde tekrar müziğe yatırım yapabilme fırsatı doğuyor. Müziğin ticarileşmesi okadar da kötü birşey değil. Eğer doğru değerlendiren insanların ellerindeyse.

A: Tarkan’la (Gözübüyük) bundan 8 yıl önce bir sohbetimizde konuşmuştuk. Bana “Aptül, o batıda eleştirilen müzik sanayinin bizdi ‘s’si bile yok.” demişti. Ticari mantık uzun soluklu olmaktan çok günü kurtaran, bir an önce parsayı vuralım anlayışından kaynaklanıyordu. Yoksa müziğin endüstri halini alması başka bir tartışma konusu olsa gerek.
Ş: Çok haklısın. Sonuçta o söylediğin tutum hâlâ var. Yani kısa günün kârına bir an önce ulaşmak. O tutumdur ki, bugün müzikal anlamda en kötü sektörel dönemini geçiriyor. Kısa günün kârıyla buraya kadar gelinebildiğini herkes farketmiş durumda. Bu sadece şirketleri ilgilendiren bir durum değil. Müzisyenlerin tavrı da öyleydi. Müzik üreten insanların da fabrika gibi her dakka her saniye “bu müzikten çıkalım, başka müzik türlerine bakalim” tavrı da çok yıpratıcı bir süreci başlattı. Hep beraber biz odönemin sonuçlarını yaşıyoruz. Ama beni sevindiren; buna ek olarak, kendiliğinden, doğal olarak nasıl tarlada otlar çıkar. O şekilde bir şeyler çıkıyor. Bu beni mutlu ediyor. Çünkü o kendi doğasından yani müzikten çıkan şeyler. Birilerinin karar verip, yaptırdığı şeyler değil. 4 tane adam bir araya gelip, müzik yapmaya karar verdiği zaman bir şirket bunu çok ta yönlendiremez. Dinleyiciler de bunu alıp, hayatlarında bir yere oturtuyorsa; iş bitmiştir.

A: Ama hep karışılma korkusu vardır hani. Bu korku da pek haksız sayılmaz hani. Bunun müzik dışındaki alanlarda da örnekleri var.
Ş: Objektif fikrimi söylemem gerekirse; insanların karışmak istemesinin altında illaki çok negatif şeyler aramak gerekmiyor. Bir şeyler oturmaya başladıktan sonra artık herkes neye karışacağını, neye karışmayacağını biliyor. Benim ilk başladığım dönemlerde kimse o albümümün ticari başarı kazanacağına inanmıyordu. Benim de hiç bir fikrim yoktu açıkcası. Bir kız var, şarkı söylüyor, güzel de söyleyebiliyor galiba, kendi şarkıları da var diye bakılıyordu ama kimse ne olacağını bilmiyordu. Benim şansım açıkcası, kimsenin karışmamasıydı. Müzisyen alt yapılı bir şirketle çalışıyor olmamın da bunda payı büyüktü. Fakat insanların bugün karışmak istemesini, bir açıdan doğal karşılıyorum. Çünkü hakkaten büyük paralar yatırılıyor, bu işe. Ve en sonunda da iflas edebiliyor, bu şirketler. Tabiki onlar da kendi algıladıkları, kafalarının yettiği yere kadar karışmak istemeleri normal. Gözardı edilen şu; bütün dünyada yapımcı parayı yatırır ama albümü yönlendirme işini prodüktöre bırakır. Dünyada prodüktör diye bir şey vardır. En tavizsiz gruplar bile zamanı geldiğinde kendilerini bir prodüktöre teslim ederler. Çünkü o kişi başka ve daha objektif açıdan bakabilir. Böyle bir eksiklik olduğu için Türkiye’de yapımcılar biraz da prodüktör kılığına büründüğü için birilerinin karışması bize her zaman antipatik gelmiştir. Doğru da değildir. Yani müzik bilen insanın karışması lazım. Ama şimdi şimdi onlar da oturuyor. Bakıyorum her albümün bir prodüktörü var artık. Ya da tamamen kendileri yapmış. Yavaş yavaş bazı şeyleri atlatıyoruz gibi geliyor bana. Daha tam oturması için bir 10 sene daha var. Bir yıl öncesini hatırlıyorum. Bir 10 yıl öncesine bakıyorum. Açıkcası ben 15, 16 yaşındayken böyle bir şirket olabileceği aklımın ucundan geçmezdi.

Şebnem'le Can Kırıkları Üzerine Söyleşi-1


Son yıllarda sana yaklaşım hep yalnız ve kırılmış kadın imajıyla oluyor.
Şebnem: O kadar yalnız yaşıyor, kendimi yalnız hissediyor değilim. Ama bu biraz hayat hikayemle alakalı da olabilir. İnsanlar o acıları yerleştirdikleri noktalar var hayatımdan bildikleri. O yüzden belki öyle bir resim ortaya çıkmış olabilir.

İyi de senin müzikle ilgili yanından hâttâ albümünle ilgili konulardan çok insanlar burada takılı kalıyor. Oysa senin müzikal hassasiyetinin ön planda olduğunu biliyorum.
Ş: Biraz öyle diyebiliriz. Zaman zaman müziğim güme gidebiliyor. Onu herkesle çok rahat da konuşamayabiliyorsun da zaten. Albümden iki tarafında tatmin olabileceği gibi konuşabilmek için iki tarafında biraz müzikle alakalı olması gerekir. Henüz öyle şahane bir noktaya gelebilmiş değiliz. Ama ben bütün gün öyle bir duyguyla yaşayan, mutsuz, çok yalnız da biri değilim. Önceliğim o değil. Ben müzik konuşabilmeyi tercih ederim. . Bu bana da soracak olursan, o büyük resmin sadece ufak bir parçası olmalı. Başka boyutlarından da rahatça konuşabilmeliyiz. Fakat bu çok yönlendirilebilecek birşey değil.

“BU SEFER SAHNEDE OKUR GİBİ KAYDA GİRDİM’
“Can Kırıkları”na baktığımızda daha sert bir sound göze çarpıyor. Bu yıllar içinde oluşan bir oturmuşluğun sonucu mu?
Ş: Zaten bizim konserlerimiz farklı bir havada oluyor. Sadece şunu söylemek isterim; ben böyle şeyleri oturup, şimdi bir albüm yapayım, sert olsun ya da daha yumuşak olsun diye karar vermiyorum. İçimden ne çıkıyorsa, şarkının en ilkel hali zaten ne şekilde girmek istediğimi söylüyor. Bu albüme denk gelen parçalar da böyle duyulmayı çağrıştıran parçalardı. Planlanmış birşey değil. Ama oturmuşluk dersen, o çok uzun zamandır bir arada olmamızdan kaynaklanıyor. Birbirini seven, anlayan insanlar olmamız, birlikte çok vakit geçirmemizden, aynı şeyi çok sevmemizden kaynaklanan bir şey diyebilirim. Grubumla birlikteliğim neredeyse 9 sene oldu ki bu az birşey değil hani.

Son albümde vokallerin de biraz değişik geldi bana.
Ş: Ben bu albümde kayda giriyormuş gibi değil de sahnede nasıl söylüyorsam o havayı yakalamaya çalıştım. Ses değil de, söyleyiş biçimim değişikti.
Albümün genelinde de dramatik bir yapı var gibi. Neredeyse konsept ve rock opera tarzına bir kapı açılıyor, adım atılıyor gibi bir yaklaşım var. İlerde böyle bir proje mi var yoksa?
Ş: Planda yok ama iyi bir saptama. Ne arzu ettim biliyor musun? Bir odada dinlerken bir resmi gözlerinde canlandırabilsinler istedim. Şarkı sözleri de biraz öyle. Bu da tabi teatral bir havayı ortaya çıkartıyor. Rock operaya gelince yapmak isterim ama burada çok küçük ölçekli bir havası var.

“Can Kırıkları”na şöyle bir baktığımız zaman neredeyse Pentagram grubunu görüyoruz. Sürekli gitaristin Metin Türkcan’ın Pentagram elemanı olmasının yanısıra, albümün mutfağında da grubun elemanları görülüyor.
Ş: Tarkan’la(Gözübüyük) ilk albümde de çalışsak da bu prodüksiyonu tek başına yüklendiği ilk albümüm. “Can Kırıkları”nın görsel kısmında da Hakan (Utangaç) var.

Sanırım albümden çıkacak kibini de o çekecek.
Ş: Hakan müziğe de hakim olduğu için üzerine yaptığı görsel çalışma da etkileyici olabiliyor. Beni daha iyi anlayabiliyor.

“GRUP MÜZİĞİNİ SEVİYORUM.”
Sen solo kariyer yapmış birisin ama uzun süredir birlikte olduğun bir grubun var.
S: Buket’le birlikteliğimiz Volvox’un son döneminden beri sürüyor. Ebru ayrıldıktan sonra gruba bascı olarak katılmıştı. Metin’i zaten biliyorsun. Onunla birlikte çalıştığım için kendimi çok iyi hissediyorum. Benim için çalışan elemanların birbirinin işine saygı göstermesi esastır. Ozan’da böyle biri. Onun fikirlerine çok değer veririm. Aykan da öyle... Davulcular genellikle kendilerini dinleyerek çalan insanlardır, müziğe pek takılmazlar. Aykan aynı anda müzikte dinleyerek çalabilen davulcudur. Birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Bu bizim çok uzun senelerdir devam eden arkadaşlığımız, aynı dili konuşmamızdan kaynaklanıyor. Kocaman bir aile gibiyiz. Solo çalışıyor olsam da grup müziğini seviyorum. Yarın öbür gün eleman değisse bile aynı anlayışı korumaya çalışırım. Çünkü öyle bir gelenekten geliyorum. Ben müziğe de grup kurarak başladım. O grupların içinde kimi zaman şarkı söyledim, kimi zaman gitar çaldım. O duyguyu da seven biriyim. Bu albümde grup müziğine bir adım daha yaklaştık diyebilirim.

Aslında yıllara damgasını vurmuş, efsane gruplar arasında bile büyük çatışmalar vardır hani. Senin bunu solo çalışmalarında 9 yıl süresince sürdürebilmen de önemli. Geçtiğimiz haftalarda yapılan Live 8’de tekrar biraraya gelen Pink Floyd’da da çok iyi gördük. Roger Waters’la silah zoruyla biraraya gelmişler gibiydi.
Ş: Aralarında elektrik çıkıyor gibiydi.

Hani bir beşinci parça daha olsaydı arbede çıkacaktı nerdeyse.
Ş: Gerçekten çok enteresan. Ama bu arada Roger Waters’ın da elleri titriyordu, heyecandan. İnanılır gibi değildi.

Şebnem Ferah Biyografisi

2 Nisan 1972 yılında Yalova'da doğdu. Kırmızı elbiseler giyerek mahallede şarkılar söyleyen Şebnem Ferah'ın müziğe olan ilgisi küçük yaşlarda başlamış. Şebnem'in müzikle tanışmasında ailesinin çok büyük rolü olmuş. İlk okulda enstrüman ve solfej dersleri almaya başlamış. Şebnem'in ailesinde hemen hemen herkes müzikle içiçe ve evin her köşesinde enstrüman olduğu için müzik konusunda bilgili ve hazır olarak atılmış piyasaya.

İlk okul yıllarında mandolin kursu alan Şebnem okul orkestrasında da solistlik yapmış ve bugüne dek hayatını müzikle bağdaştırmış. Liseyi Bursa Gemlik'te "Özel Namık Sözeri Lisesinde " yatılı bir öğrenci olarak okumuş ve bu dönemler Şebnem'in kendisini tanımasına , tek başına ayakta kalmasına yardımcı olmuş.

Şebnem'in okul orkestralarında başlayan bu serüveni daha sonra küçük topluluklarla devam etmiş. Lise zamanlarında " Pegasus " adlı grubuyla beraber çalışan ama kafasında bir kız grubu hayali olan Şebnem , 80'lerin ortasında Bursa'da açılan bir stüdyo sayesinde Sedat abisiyle tanışmış ve bu hayalini 1988 yılında kurduğu "Volvox" grubuyla gerçekleştirmiştir. Müzik uğruna " Odtü Ekonomi " Bölümünü 2. sınıftan terk etmiş ve daha sonra İstanbul'a gelince " İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili Ve Edebiyatı " bölümüne kaydolmuş.

1994 yılında " Volvox " grubunun dağılması sonucu Şebnem Ferah bireysel çalışmalarına başlamış. Rahmetli sanatçımız Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun keşfi sonucu Underground ortamdan daha Ferah bir ortama kavuşmuş.

Daha sonra " 15 Kasım 1996 Cumartesi " günü " KADIN " adlı ilk solo albümünü çıkardı. İlk videosunu " Vazgeçtim Dünyadan " adlı parçasına çeken Şebnem , Rock müzik piyasasını yeni bir döneme soktu. Çıkışıyla büyük bir sansasyon yarattı. Gerek kaset satışları gerekse video klibiyle uzun süre listelerde bir numara olarak boy gösterdi. Daha sonraları " Yağmurlar " , " Bu Aşk Fazla Sana " ve " Fırtına " adlı şarkılarına klip çekti. İlk konserini " 04 Nisan 1997 " de " İzmir Ege Üniversitesi " nde verdi ve büyük bir kalabalığa yaklaşık 6000 kişiye unutulmayacak dakikalar yaşattı. İzmir'deki konserin ardından Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konserlerine devam etti ve bu konserlerin yanı sıra düzenli bar programları da yaptı.

Tabii ki Şebnem`in yaşadığı çok büyük acılar da oldu. 1998 yılında Ablası Aycan Ferah`ı yitirdi. Üzüntülü bir dönemin ardından 2.5 yıllık bir aradan sonra " 24 Haziran 1999 Perşembe Günü " ikinci albümünün ilk klibi " Bugün " müzik kanallarında boy göstermeye başladı ve tarih " 30 Haziran 1999 Çarşamba " yı gösterdiği zaman " Artık Kısa Cümleler Kuruyorum " adlı ikinci albümünü yine sansasyonlu bir şekilde bizlere sundu. İlk albümünde olduğu gibi ikinci albümünde de İskender Paydaş ve Pentagram ekibiyle çalışan Şebnem yine herkesi üzerine yoğunlaştırdı. Çok samimi sözlerin üzerine sarılmış etkileyici melodiler yine hafızamıza kazınacak ve aklımızdan asla silinmeyeceklerdi. Albümün ikinci videosu " Artık Kısa Cümleler Kuruyorum " şarkısına geldi , klibin yönetmenliğini Hakan Yonat yaptı.

İkinci albümün ardından yine araya uzun bir stüdyo dönemi girdi. Bu arada acılar Şebnem`in peşini bırakmadı. 1999 yılında meydana gelen 17 Ağustos depreminde Babası Ali Ferah`ı yitirdi. Acılarını hafifletmek ve yeni şarkılar üretmek için müziğe daha da sıkı sarılmayı tercih etti. Böylece " 03 Ekim 2001 " tarihinde " Perdeler " adlı üçüncü albümü yayınlandı ve yine büyük beğeni topladı. Bu sefer ki albümde Şebnem , İskender Paydaş ve Pentagram üyeleriyle değil de sahnede birlikte çaldığı müzisyenlerle çalışmıştı. Bu albümden ilk video , albümle aynı adı taşıyan " Perdeler " şarkısına çekildi. Klip, Türkiye standartlarının çok dışında ve oldukça güzel görüntüler barındırıyordu. Bu klipten kısa bir süre sonra " Sigara " şarkısı da , renkli cam da boy göstermeye başladı.

"İki yıl aradan sonra , tarih " 12 Mayıs 2003 Pazartesi Günü " yeni albümünün ilk videosu " Ben Şarkımı Söylerken " müzik kanalarında dönmeye başladı. " 15 Mayıs 2003 Perşembe Günü " " Kelimeler Yetse " adlı muhteşem bir albümle Şebnem tekrar aramıza dönmüş oldu. İlk klibiyle kendinden oldukça söz ettirmeyi ve yine yeniden gündeme oturmayı başardı. Röportajlar , Tv programları derken kendini yoğun bir temponun içinde bulan Şebnem, bu yoğun temponun arasında albümünden 2 şarkıya daha video klip çekti.. Türkiye'nin bir çok şehrinde konserler verdi ve hala vermeye devam ediyor.."

Albümlerinin dışında da Şebnem Ferah'ı pek çok farklı çalışmada görmemiz mümkün. Kimi şarkıcıya geri vokalleriyle , kimisiyle düet yaparak onlara eşlik etmiştir. Bunun yanı sıra bir çok sanatçıyla beraber yardım konserleri vererek pek çok faaliyette bulunmuştur..
Geri vokal yaptığı sanatçılar ; Sezen Aksu , Sertab Erener , Levent Yüksel , Nilüfer , Demir Demirkan , Tüzmen , Yaşar Gaga , Ajda Pekkan , Özlem Tekin , Tarkan , Çelik , Teoman , Haluk Levent . Düet yaptığı sanatçılar ; Müzeyyen Senar (Sarı Kurdelem Sarı) , Polad Bülbüloğlu (Gel Ey Seher) , Kargo (Kalamış Parkı) , Teoman (iki yabancı).

Ayrıca Bülent Ortaçgil'e saygı albümünde bir Bülent Ortaçgil klasiği olan " Değirmenler " şarkısını da yorumlamıştır.

Bu çalışmaların dışında ; " Little Mermaid " (Küçük Denizkızı) adlı çizgi filmde seslendirme yapmış ve soundtrackinde bulunan " O Dünyada " isimli şarkıyı seslendirmiştir. Toprak Sergen Ve Aydan Şener'in Oynadığı bir filmde ise , söz ve müziği Demir Demirkan'a ait olan " Ay Işığında Saklıdır " adlı şarkıyı seslendirmiştir